Savaşlar, tarih boyunca pek çok uygarlığı ve milleti doğrudan ya da dolaylı olarak etki altında bırakan ve etkileri uzun süre devam eden karanlık bir hadise olarak tarihimizde yer alır. Bu hadiseler tarih kitaplarında kronolojik olarak kayıt altına alınır, arşiv, belgeler, vesikalar kaynak olarak kullanılır ancak tüm bunlar dışında var olan toplumsal taraf, savaşın maddî verileri dışında kalan manevî alan yalnızca bazı sanat dallarının ilgi alanına girer. Bu sanat dallarından biri olan edebiyat bazen sadece edebiyat olarak meseleleri kendi kurmaca dünyasına zemin olarak alır, bazen de üzerinden yıllar geçtikten sonra hadiseler düşünce ve zaman ilmeğinden süzülüp kendine bir edebî eserde yer bulur. Edebiyat savaş konusunda farkındalık kazandıran, tarihi nice ibretleriyle bize aktaran ufkumuzu açan en önemli araçtır.
Bu konuda nice kıymetli eserler yazılmıştır fakat söz konusu savaş olunca aklımıza gelen ilk yazarlardan biridir George Orwell. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in gazabından kaçan entelijansın başında gelen Orwell bu dönemin nabzını günlük tutarak günümüze ibret alınması için birer kaynak olarak bahşetmiştir.
Savaşların uygarlık ve milletlerin gün geçtikçe ilkellikten uzaklaşırken özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bu iki büyük savaşın yıkıcılığını tecrübe ettikten sonra diplomasiye önem vermeye başlamasının ardından savaş olgusu biraz şekil değiştirmiş ve işgale dönmüştür. Günümüz dünyasında güç hiyerarşisinde kendini en tepede olarak tanımlayan diğer milletlerce de süper güç olarak kabul edilen bu ülkelerin bazıları yapay sebepler yaratarak kendisine ait olmayan topraklarda tahakküm göstermesi açık bir şekilde işgaldir. Bunu yakın zamana kadar Ortadoğu’da sık sık yapan ABD’ydi hepimizin bildiği üzere. Bugünlerde ise bunu Rusya Ukrayna’ya yapmakta ne yazık ki.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında liderlere baktığımızda Hitler,Mussolini, Franco başta olmak üzere eli kanlı faşistler ile çevrili bir dünyada herkes Hitler’in yıkıcılığına özeniyor ancak onun yaptıklarını yapmaya cüret edemiyordu. Bu diktatörlük hevesi İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte sonlandı gibi gözükse de günümüzde bile hala Hitler’e özenen güç zehirlenmesi yaşayan liderlerle dolu hayatımız.
Konumuza dönecek olursak Orwell Savaş Günlükleri’nde savaşın asıl mağdurlarının halklar olduğu kadar askerlerin de mağdur olduklarını anlatıyor. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda esir düşen askerler hep başlarındaki subayların, komutanların onları kaderleriyle baş başa bıraktıklarından şikayet ediyorlarmış. (1) Tabi açgözlülük ve pervasızlıkla saldırılırken yapılan ihmaller de söz konusu, buna en güzel örnek gene Savaş Günlükleri kitabında Orwell’ın günlüğünden geliyor. Norveç Harekatı sırasında Alman piyadeler moral olarak acınası haldelermiş çünkü Savaş Bakanlığı tarafından harekat sırasında Norveç’te gecelerin kısa sürdüğünü bilmeyecek kadar yanlış bilgilendirilmiş birlikler gün ışığında deyim yerindeyse açık hedef haline getirilmiş arazide. (2)
Bu faşist diktatörler emelleri uğruna hem halklara zulmederken kendi askerlerini de bu uğurda hiçe saymayı asla umursamamışlar, günümüzde yaşanan bu olayda da benzeri sahneleri film izler gibi izliyoruz ne yazık ki.
Peki insanlığın bu makus talihi neden değişmiyor, bunca savaş karşıtı yaşıyorken yeryüzünde neden dinamikler hep savaş yanlılarının elinde. Bunu yazarak mı değiştireceğinizi sanıyorsunuz diye soruyorlar Orwell’a, o da “Uluslar sırf bir devrimle geçmişlerinden kaçamazlar, tüm toplumlarda halk bir nebze var olan düzene karşı yaşamalıdır. Aslında zafer ile yenilgi arasında değiliz, devrim ile kayıtsızlık arasındayız.”der.
Orwell bize bu kez Bir İdam adlı denemelerinin bir bölümünde savaş sırasında bile durumun absürdlüğüne rağmen garip normalleştirilmesini şöyle anlatıyor; “Ben bu satırları yazarken ileri derece uygarlaşmış insan evlatları tepemde uçup beni öldürmeye çalışıyor . Benimle şahsi bir husumetleri yok ,benim de onlarla yok. Tabiri caizse “sadece görevlerini yapıyorlar”. Eminim çoğu cinayeti özel hayatlarında akıllarına bile getirmeyecek iyi, namuslu adamlardır. Öte yandan biri hedefi tutturur da beni bombayla paramparça ederse uykusu bile kaçmaz. Vatanına hizmet ediyor, bu da her türlü günahının bağışlanmasını sağlıyor. Modern dünyayı olduğu gibi görebilmek için önce vatanseverliğin, ulusa bağlılığın ezici gücünü kabul etmemiz gerekiyor. “(3)
Anahtar kelime tam olarak burada aslında, vatanseverlik, ulusa bağlılık çok eskilerde belki 3-4 yüzyıl öncede kalması gereken bir olgu artık. Milliyetçilik, muhafazakarlık dünyada sağ iktidarların yükselişiyle iyiden iyiye hayatlarımızı cehenneme çeviren bir siyasi klik. Dünyanın bu beladan kurtulması gerekiyor, yoksul halkın zenginlerden daha çok bu duygulara sarılmasıyla dünyayı yönetenlerin bu duyguları tam da bu yüzden istismar etmesi dev bir çıkmaza sürüklüyor dünyayı. Bugün Putin, Ukrayna’ya bu söylemle giriyor, yarın Çin belki Vietnam’a bu söylemle girecek. Dünyanın birlik olup liberal politikaları, söylemleri def edip bu faşizm denen canavarla savaşması gerekiyor. Biz farklı dilleri konuşan, farklı dinlerden, farklı coğrafyalardan oluşan kardeş halklarız. Dünyaya bu bilinci aşılamamız lazım. Bu yüzden eylemlere olduğu kadar sözlere de ihtiyacımız var. İşte tam olarak edebiyat bu yüzden var ve savaş karşıtı romanlar, denemeler, öyküler dünyanın her yerinde yazılmaya devam edilecek. İnsanların bir şekilde aracı kullanarak bilinçlenmesini sağlamalıyız çünkü ne bizim hükümetimizden ne de benzer başka bir hükümetten gerekli değişimleri kendi kendine yapmasını bekleyebiliriz. Teşviğin aşağıdan gelmesi gerekiyor, yani halktan. Değişim tabanda başlayıp yukarı çıkabilir ancak.
Kaynakça
[1] Savaş Günlükleri- George Orwell s:27 / Can Yayınları
[2] Savaş Günlükleri- George Orwell s:73/ Can Yayınları
[3] Bir İdam- George Orwell s:19/ Can Yayınları