Seçimler Üzerine: Yeni Bir Yol Tartışmasında Tam Olarak Neredeyiz?

28 Mayıs seçimlerinin sonucuyla yeni bir döneme girdik. Seçimin neden kaybedildiği, sorunun neyden kaynaklandığı, değişimin önündeki engellerin neler olduğu yönündeki tartışmalar çeşitli biçimleriyle devam ediyor. Muhalefet cephesini yenilginin ardından kapsayan ruh hali ilk anda her şeyin “topyekûn” değişmesi olarak belirse de muhtemelen bir sonraki seçimin hazırlıklarının başlamasıyla bu ruh hali yerini yeni tartışmalara bırakacak gibi görünüyor.

Gidişatın ne olacağı şimdilik belirsiz. Ancak bugüne nasıl geldiğimiz sorusu önemini koruyor. Bu nedenle “tam olarak neredeyiz” sorusunu sormak için uygun bir anda bulunuyoruz.

“Sosyalizmin iki ruhu” adını verdiği makalesinde Hal Draper[1], 19. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan sosyalist geleneğin çifte karakterini ele alır. Bu ruhun “aşağıdan” olarak anılan bir yanı, Fransız Devrimi’nden Babeuf ve Eşitler Hareketi, Owen, Gabet, Fabian gibi ütopyacılar olarak bilinen hareketlerdir. Aynı zamanda 1830 Lyon Ayaklanması, 1848 Avrupa Devrimleri, Paris Komünü, 1960’ların öğrenci, karşı kültür ve sivil haklar hareketleri de buraya dahil edilebilir.

Alman Sosyal Demokrasi Partisi’nin kurulmasıyla bu ruhun ikinci yanı ortaya çıkar. “Yukarıdan” bir dönüşümü hedefleyen bu ve benzeri partiler, temelde siyasal alanda bir dönüşümü hedefler. Bu çerçevede siyasal alanda ve devlet merkezli bir dönüşüm birincil hedef haline gelir. Bernstein’in “revizyonizmi”, parlamenterizm, Stalin dönemi, Avro-komünizm bunların örnekleri olarak görülebilir.

Tam bu noktada Hal Draper, makalesini “hangi taraftasın” sorusuyla bitirir. Nasıl bir sosyalizmin kurulacağı ya da ona nasıl ulaşılacağı temelde bu iki yoldan birini seçmeyi gerektirir. Peki 1980’lerden itibaren -sadece Türkiye değil küresel ölçekte- toplumsal bir değişimi isteyenler bu denklemin neresindedir?

Şimdi genel tabloya şöyle bir bakalım. Margaret Thatcher, neoliberal döneme girerken “başka alternatif yok” diyerek kapitalizmin sürekliliğini ve zaferini vurguluyordu. Daha sonra buna var olan sosyalizmin[2] çöküşü eşlik etti. 1990’lardan itibaren ortaya çıkan toplumsal hareketler ve emek hareketleri ise giderek siyasal alandan uzaklaşan bir hatta yöneldi ve toplumsal alana doğru kaydı. En temelde neoliberal karşı devrim, bütün bu hareketlerin bütünlüğünü ve ortak hedefini (sosyalizm) parçalayacak şekilde zayıflattı ve hareketlerin alanını toplumsal alanla sınırladı. Siyasal alandan geri çekiliş “yukarıdan sosyalizm” iddiasını önemli ölçüde zayıflatırken, “iktidar olmadan dünyayı değiştirme” gibi fikirler toplumsal değişimi toplumsal bir alanla sınırlayan ya da istese bile dışına çıkamayan hareketlerin fiili mücadeleleriyle özdeşleşti. Reel sosyalizmin çöküşüne rağmen toplumsal değişim isteğinin yeni yönelimlerini ortaya çıkaran bu hareketler, “aşağıdan” bir değişimin yeni eğilimlerini ve karakterini ortaya çıkardı. Ancak bunun dışında ekonomi ve siyasete müdahil olma, alternatif geliştirme ve burayı mücadeleye dahil etme konusunda çeşitli zorluklar yaşadı.

2008 küresel krizi ve Arap Baharı ile başlayan yeni toplumsal isyan hareketlerinin ortaya çıkışı, “aşağıdan” hareketlerin toplumsal alanın dışına çıkmasına, özellikle ekonomi ve siyasal alana yönelimine önemli bir etki sağladı. Küresel kriz, ekonominin ana akım sorunlardan biri olduğunu giderek görünür hale getirdi ve parçalı hareketlerin çeşitli taleplerle bir isyanda buluşması, ana akım siyaseti de bu noktada -yanına ve karşısına- konumlanmaya zorladı. Ancak öncelikle toplumsal isyan hareketlerinin kent meydanlarından boşaltılmasını hedefleyen karşı saldırı, uzun vadede hareketleri zayıflatmaya, dağıtmaya yönelen bir siyasetle birleşti. Bu süre zarfında aşağıdan ve sokak temelli bir siyaset bütünüyle kriminalize edildi ve tüm değişim isteği ana akım siyasete/siyasetçilere endekslendi. Dolayısıyla “siyasetin geri dönüşüyle” doğrudan sosyalist olmasa da değişim isteğinde bulunanlar, “yukarıdan” bir rotaya doğru -belki de zorunlu olarak- yöneldi. Ancak bu istek, siyaseten izleyici olmanın ötesine geçemeyen, siyasetçilerin herhangi bir denetime tabi tutulamadığı ve insanların bir tür zorunluluğa ya da ehven-i şer politikasına ikna edildiği bir biçimi beraberinde getirdi.

Kısacası sosyalizmin ya da onun ardılı olan hareketlerin “aşağıdan” biçimi yerini toplumsal bir değişim isteğini yukarıdaki siyasi seçkinlere “emanet” eden izleyici pozisyonundaki bir “yukarıdan” karakterine bıraktı.

Draper “hangi taraftasın” diye soruyordu. İronik olan şu ki eksiği ya da fazlasıyla her iki yol da 1980’lerden itibaren çeşitli şekillerde denendi. Her ikisinin de ayrı ayrı sınırları kendini gösterdi. Toplumsal isyanlara, derin ekonomik krizlere rağmen kapitalizm kendisini korumaya devam etti. Aynı şekilde her ne kadar küçümseyici bir biçimde “pembe dalga” olarak görülse de Syriza, Podemos ve şu an Latin Amerika’nın “solcu” liderlerinin sınırları, toplumsal bir değişim isteğinin siyaseten temsil düzeyine hapsedilmesi ve onun toplumsal temelinin parçalanması, “yukarıdan” hedeflerin sınırlarını da ortaya çıkardı.

Toplumsal, ekonomik ve siyasal alanda yaşanan krizlerin her birinin iç içe geçtiği ve değişim isteğinin örgütlenmeyi, programatik birliği gerektirdiği bir döneme girdik. 1990’lardan itibaren aşağıdan ve yukarıdan isteklerin her biri, kendi sınırlarına takıldı ve bahsedilen kriz alanları çoğu zaman birbirini dışlayan ya da birbirlerinin yerine önerilen bir çerçevede sunuldu. Bu nedenle gelinen noktada topyekün bir değişim için seçilen herhangi başlıkta (ekonomi, siyasal, toplumsal vs.) tek bir noktada yeni bir hat oluşturmaya çalışmak, beraberinde yeni ya da benzeri sorunları ve sınırları da getirecektir.

Kısacası geldiğimiz durum, 1990’lardan itibaren toplumsal bir alanda, toplumsal hareketler aracılığıyla elde edilen “aşağıdan” gücün, ekonomik ve siyasetin ana akım haline geldiği “yukarıdan” ilişkiler içinde erimesi şeklinde yaşanmaktadır. Sosyalizmin kulvarının bu olmadığı söylenebilir, toplumsal alandaki mücadele diğer ikisini de içerecek ya da kuşatacak şekilde kurgulanabilir. Ya da tersinden bu yeni realite kabul edilip buna göre yönelimler de geliştirilebilir. Sonuçta sınıf çelişkileri ve siyaset çağdaş dünyada tekrar yerini almaya başlamıştır. Sadece bu, şu an için istendiği ya da olması gerektiği gibi değildir.

Elbette hala “aşağıdan” ya da “yukarıdan” ikileminde bir taraf seçmek mümkündür. Ya da belki de ikisi de denenebilir. Çünkü tarihte her iki yolun gerilimli de olsa dengesini tutturan nadir örnekler de vardır.


[1] Draper, H. 1966. The Two Souls of Socialism, Independent Socialist Committee

[2] Sıklıkla reel sosyalizm olarak tabir edilen.

Paylaş:
Default image
Yener Çıracı
MSGSÜ- Sosyoloji YL