Futbolu diğer spor dallarından ayıran en önemli özelliği, kitlelerin ilgisini çekmekteki eşsiz başarısıdır. Büyükçe bir yeşil sahada yirmi iki sporcu tarafından oynanan oyunu, devasa tribünlere yayılmış binlerce taraftar ya da seyirci takip etmektedir. Taraftarlar, izleyenlerin sahadaki oyunla daha içli dışlı olan kısmıdır. Kendilerini destekledikleri takımın bir parçası olarak görür, zafere giden yolda kendilerine biçtikleri sorumlulukları yerine getirmek için uğraşırlar. Sporcular sahada ter dökerken, taraftarlar ise karşılaşma süresince tezahüratlarla ve çeşitli görsel şovlarla desteklerini sunarlar. Ancak, taraftarlığın ve yeşil sahadaki oyunla kurulan ilişkinin ne şekilde olduğu önem teşkil eden bir husustur. Bu bağlamda, futbolun giderek endüstriyel ilişkilerin hükmüne girmesiyle yitirdiği özelliklerden ve değişimin tribünlere nasıl yansıdığından bahsedeceğim. Güzel oyun, oyun olmaktan çıkıp profesyonelleşmiş ticari faaliyetlere dönüştükçe, kendisini özgün kılan ve ilgi odağı yapan estetik değerleri yitirme eğilimindedir. Oyun tarzlarıyla izleyenlere görsel şölen yaşatan, yenilikçi ve yaratıcı futbolcuların esas ağırlığı oluşturduğu geleneksel futbol niteliklerini kaybediyorken; ticari girişimlerin merkezileştiği yeni futbol dünyasının şekillendiğini gözlemlemekteyiz. Öyle ki pazarlanabilen kimlikler üretme hususunda bir sosyal kontrol çabasının yerleştiğini söyleyebiliriz. Covid-19 pandemisinin etkisiyle meydana gelmiş yeni normalleşme halinde bu dönüşümü irdelemek amacındayım.
Popüler spor kültürü ve özellikle de futbol kültürü millî, sınıfsal, dini, yerel ve bölgesel kimliklerin yeniden kuruluşuna çeşitli biçimlerde katkıda bulunmaktadır. Futbol, gruplar içerisindeki muhtemel iç ayrışmaların ve çekişmelerin aşılarak, o grubun ‘’biz’’ olarak yerleşmesinde oldukça etkilidir. Literatürde bu gruplaşma sıklıkla işlenmiştir. Konuyu daha yüzeysel hatlarıyla ele alanlar bu birlikteliği fazla şiddetli bulup modern toplumdaki anomi ya da sapma tezahürü olarak değerlendirmiştir. Modernizasyon düşüncesiyle paralel ilerleyerek yitip gitmekte olan geleneksel ilişkilerin son kalıntıları olarak taraftarlığı tanımlayanlar da görülmüştür.
Organize taraftar gruplarının katılımcıları bir kulübün destekçisi olsa da, onları bir araya getiren tek kaide takım sevgisi olmayabilir; bunun yanında kültürel ve politik eğilimlerine dayanarak veya davranışsal biçimlerini değiştirerek diğerlerinden farklı bir mizaca sahip olabilirler. Yine de kendiliğinden kutuplaşmaya ya da şiddete dönüşebilecek bir ilişki türünden söz etmemekte, daha ziyade bir çeşitlilikten bahsetmekteyiz. Gündelik hayatın yasalarla şekil almış halinde; sosyal izolasyon, dışlanma ya da ayrımcılık gibi mekanizmalarla arılaştırılmış seyrinde, dikkatleri üzerine çeken bir düşünce ve davranış çeşitliliği bu gruplar içerisinde ivme kazanabilmiştir. Organize taraftarlık bu yönüyle bir altkültür hareketidir, esas çelişkiyi literatürden alıştığımız şekilde farklı kulüpler arasındaki politik, dini ya da etnik çatışmalarda değil de; bir altkültür hareketi olarak taraftarlığın populist eğilimlerle olan hesaplaşmasında bulmaktayım. Spor programlarında ya da yazılı basında sıklıkla ilkinden bahsedilir, ikincisine ise hiçbir spor yorumcusu ya da gazeteci değinemez. Taraftarlığın bir sosyal kontrol politikasıyla bilinçli ya da bilinçsiz şekilde öteye itilen mahiyeti budur. Muhalif ve haylaz çocuklar, kendilerini toparlayabilecekleri inancıyla medyada yer edinebilirler. Rating getirecek meseleler eşliğinde işlenir ve kollanırlar. Öte yandan, kültürel farkındalığın zirve yaptığı İtalya ve İngiltere gibi ülkelerde, organize taraftar gruplarının medyaya ve kolluk kuvvetlerine karşı mesafeli duruşu, onların bahsi geçen hegemonya ile hesaplaşma gayesinden kaynaklanmaktadır. Bütün çeşitliliğin ötesinde, bir altkültür hareketinin gerektireceği şekilde ortak bir tutum bulunmaktadır.
Korona salgınıyla birlikte futbol maçlarının boş tribünlere oynandığına şahit olmaktayız. Bilim topluluklarının, futbol kurullarının ve siyasetçilerin pandemi koşullarında düzenledikleri planlamaları tartışmak niyetinde değilim. Sormak istediğim soru şudur: Yüzyılı aşkın tarihi gözetildiğinde, boş tribünler önünde oynanan ve pazarlanabilen futbolun anlamı nedir? Mevcut koşullarda taraftarın alınmadığı stadyumlarda oynanan futbolun, medya organlarıyla takip edilebilmesini birçoğumuzun normal veya doğru olarak karşıladığını biliyorum. Diğer yandan, geçmişten bugüne fazlasıyla şiddetlenen ekonomik ve politik girişimlerin etkisiyle bu yeni gerçekliğin kurgulanabildiğine inanıyorum. Ayrıca kendisini var eden geçmişe dair onca ihlale sahip olmasına karşın, futbolun hala şık bir ürün olarak bu sebeple pazarlanabildiğine inanıyorum. Stadyumların AVM’den farksızlaştığı günümüzde taraftarlık tamamıyla bir tüketim pratiği şeklinde düşünülmektedir. Halbuki bu oyun ile taraftar grupları arasında organik ve tarihsel bir bağ vardır. Oyunu cazip kılan, kitlelere yayılmasını sağlayan bir anlamda taraftarın ürettiği besteler ve pankartlardır. Kulüpler taraftarın üretimiyle ve emeğiyle kimlik kazanır, taraftarıyla övünür. Ulus Baker’in de değindiği şekilde futbol bir üretim ve yaratıcılık alanıdır. Bu sebeplerle son günlerdeki normalleşme halini benimsemekte hoyratça davranamıyorum.
Futbolun kitlelerce bu kadar cazip bulunmasında, oyun akışının birçok değişkene sahip olması ve belirsiz bir gidişatın merak uyandırıcı çekiciliği vardır. Onca bilinmeyen içerisinde oyuncuların akışa göre verdikleri reaksiyonlar ve önceden tahmin edilemez tüm hareketler futbol hayranlarını heyecanlandıran etkenlerdir. Oyuncular değişkenleri hesaplama kapasitelerine göre yaptıkları anlık manevralar ile birer özne haline gelmektedir. Ulus Baker’in verdiği örnekte Garrincha’nın küçük adımlarla topu dürtmesi ve rakiplerce erişilmez kılması, dönem için son derece yaratıcı ve yeni bir teknik iken, oyunun oynandığı alanı küçülterek sistemin uygun gördüğü ‘’hedeflerden’’ uzaklaşma eğilimindeydi. Topun kale çizgisini aşıp ‘’goal’’ niteliği kazanmasına isyan ederek, kendi küçük alanında oyunun en keyifli halini yansıtabilmeyi başarmıştı Garrincha. Sisteme başkaldırırcasına, aksayan ayağını avantaja çevirmeyi bilmişti. Artık değerlerin ve üretimin futbolundan, başarı hırsının ve tüketimin merkezileştiği futbola bir geçiş olduğunu söyleyebiliriz. AC Milan kulübünün Kızıl-Kara Tugaylar isimli güney kale arkası grubunun kurucuları arasında yer alan Toni Negri, yaşanan dönüşümü şaşkınlıkla karşıladığını belirtmiştir. Negri, artık taraftarların destekledikleri kulübün tarihiyle ve kulübün ait olduğu kentin kültürüyle ilişki kurmamalarını eleştirir. Kazanmanın birtakım değerlerin temsiliyle birlikte güzel olarak algılandığı günler uzağımızda kalmıştır. Futbol oyun içi güzelliklerden nispeten, maç günü hikayelerinden ise tamamıyla arındırılmış vaziyettedir. Skora odaklı ve tüketimci ruhun ağırlığını hissettirdiği bir tür futbola hızla geçiş yapmaktayız. Hiçbir maç günü hikayesi barındırmayan galibiyetlerin, uzaktan pasif şekilde takip eden taraftarlarca mutlulukla karşılandığı yeni normalleşmeyi epey sarsıcı bulmaktayım.
Tarihi gerçeklerle futbol takımını ilişkilendiremeyenler ya da bunun için çaba harcayacak zamanı bulamayanlar, tarihsel ilişkileri keşfetmeyi tümden reddedebilmektedir. Oysaki kulüplerin geçmişinde yer edinmiş ideolojik eğilimler bu geçmişi bilenler için futbol takımının deneyimlerinde görünür hale gelebilir. Günümüzde hazıra konma alışkanlığına sahip, hızlı yoldan kimlik edinme amacını taşıyan milyonlarca ‘’taraftarın’’ bulunması; bir tüketim biçimi olarak taraftarlığın başarıyla kurgulanabildiğinin ve tribünlerin(daha doğrusu tribünsüzlüğün) mükemmel sosyal kontrol alanları haline dönüşebileceğinin işaretidir. Sporu kirleten ve taraftarı yabancılaştıran her türlü politik ve ekonomik girişimin karşısında durabildiğimiz günlerin umuduyla yazmaktayım, özgür bir taraftar ortamının renkliliğini savunmayı sürdürelim.
Baker, Ulus. (2002). O Bir Mucitti. http://www.haydigencler.com/?ID=yazi&yazino=33 Erişim Tarihi: 20.12.2012, 20:30
Negri, Toni. 1998. Milan, Kesinlikle!. http://www.korotonomedya.net/kor/ind==7,59,0,0,1,0