19. yüzyıldan itibaren kavramsal açıdan tartışılagelen “sivil itaatsizlik” kavramı dönem dönem çeşitli ilişkiler içerisinde incelenmiş, üzerinde birçok düşünür tarafından çeşitli önermeler oluşturulmuştur. Bu yazıda da sivil itaatsizlik meselesinin anayasallığını tartışmayı planlıyorum. Yani; bir eylemin “sivil itaatsizlik” olarak nitelenmesi için hangi koşullar gereklidir, hangi zeminde gerçekleşirse ve hangi taraflar söz konusu eyleme muhatap olursa bu eylemin niteliğini “sivil itaatsizlik” olarak ifade edebiliriz, bunları ele alacağım. Bunu yaparken de sivil itaatsizliğin kavramsal olarak tartışıldığı üç ana perspektifi ayrı ayrı ele alıp bu noktalardan da yola çıkarak hem dilbilimsel hem de politik meşruiyet çerçevesinde analitik bir inceleme yapmayı planlıyorum. Özellikle odak olarak; “sivil itaatsizlik” adı verilen eylem anayasal bir yurttaş hakkı olarak değerlendirilmeli midir, yoksa sivil itaatsizliğin olabilmesi için aslında anayasal sınırlardan çıkılmış olması mı gereklidir, sorularını belirleyeceğim.
Sivil İtaatsizlik ve Reddetme : H. D. Thoreau
Sivil itaatsizlik kavramı tarihte ilk kez 1848 yılında Henry David Thoreau tarafından ortaya çıkarılmıştır. Thoreau, o tarihte devam eden Meksika-ABD savaşına ekonomik olarak katkı sunmayı reddettiğini belirterek vergi yükümlülüğünü kasten yerine getirmemiş, bunun sonucunda da kısa bir süreliğine hapse girmiştir. Thoreau’ya göre sivil itaatsizlik eyleminin çıkış noktası bir tür “yasanın ihlal edilmesi” durumudur. Yani, sivil itaatsizlik eyleminin birinci koşulu aslında yasanın çiğnenmesi eyleminin yerine getirilmesidir. Daha kavramsal bir boyutta düşünecek olursak itaatsizlik kavramının da başlangıç noktası bu yüzden mutlaka “reddetme” eylemi olmalıdır. Dolayısıyla Thoreau’nun ortaya koyduğu noktada da bu kavramın anayasal bir kapsamı olmadığı aslında biraz açık.
Thoreau’da sivil itaatsizlik eylemine “itaatsizlik gösterme” niteliğini kazandıran nokta anayasa-yurttaş ilişkisindeki bir veya birden fazla yükümlülüğün yurttaş tarafından reddedilmesi durumudur. Dolayısıyla bu eylemin Thoreau’nun perspektifinden bakıldığında, net biçimde anayasal sistemin içerisinde yasal bir statüsünün bulunması tartışılabilir değil.
İfade Özgürlüğü Kapsamında Sivil İtaatsizlik: Hannah Arendt
Arendt, sivil itaatsizlik tartışmasını farklı bir boyutta ele alır. Ona göre sivil itaatsizlik zaten halihazırda “ifade ve basın özgürlüğü” kapsamında anayasallaşmıştır. Ancak bu, eylemin kendisinin tartışılmasının ötesinde bir bakıma söz konusu anayasa maddesinin çerçevesinin incelenmesi yönünde de önermeleri bulunur. Yani “anayasal mıdır, değil midir” meselesinden ziyade “anayasaldır, ancak kapsamı nedir” yoğunlaşması daha belirgindir.
Arendt, söz konusu anayasa maddesinin kapsamının “sözel” bir ifade özgürlüğü durumuna işaret ettiğini; sivil itaatsizliğin ise fiziki bir eylem olduğunu belirtir. Dolayısıyla ona göre bu anayasa maddesi her ne kadar yorumlanabilir olsa da sivil itaatsizlik eyleminin hak boyutunun çerçevesini tam olarak çizmemektedir.
Öncelikle anayasa kurumu Arendt’e göre doğası gereği bir sosyal konsensüsün sonucudur. Bu düşünceye bağlı olarak sivil itaatsizlik de sosyal ve kolektif bir eylem olduğu için anayasa kurumunda karşılığa sahip olmalıdır. Çünkü bu durum hem kitlelerin politika yapıcılar üzerinde bir baskı unsuru olarak değerlendirilmesini sağlayacak hem de kamusallaşan eylemler şiddetten uzaklaşıp demokratikleşecektir.
Demokratik Eylem Olarak Sivil İtaatsizlik: John Rawls
Sivil itaatsizlikte ele alınması gereken bir düşünür de kuşkusuz John Rawls’tır. Rawls, 1999’da yazdığı A Theory of Justice kitabında sivil itaatsizlik eyleminin anayasal bir hak kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini tartışmıştır. Ona göre sivil itaatsizlik eyleminin bu isimle kavramsallaştırılabilmesi için birinci şart söz konusu eylemin demokratik bir sistemin içerisinde icra ediliyor olmasıdır. Rawls’ta sivil itaatsizliğin anayasal hak olma boyutu tartışılabilir bir olgu olmaktan öte, bu eylemin doğasından -kendi esansından- gelen bir niteliğidir. Çünkü sivil itaatsizliğin meşru olabilmesi onun “aleni biçimde” -public- gerçekleştirilebilmesinden geçer. Bu aleni eylemsellik ise ancak bu eylemin yasal boyutunun çizilebilmesiyle mümkündür. Bu sebeple Rawls’ta sivil itaatsizlik demokratik sistem etiği etrafında bulunabilen bir politik iştir.
Rawls’a göre sivil itaatsizlik en başta bir “muhalefettir.” Bu yüzden sivil itaatsizliği gündelik siyasal muhalefetten ayrı değerlendirmek pek kolay olmaz. Ancak yine de birtakım özellikler bu ikiliği birbirinden ayırabiliyor: zira sivil itaatsizlik eylemi ona göre siyasal ve bürokratik alanın dışında “sivil bir reddetme” ivmesiyle meydana gelmelidir. Bu da onun anayasal bir hak olarak nitelenmesi gereğine yönelik bir başka değerlendirmedir.
Sonuç
Thoreau’nun bakış açısında değinilmesi gereken birkaç önemli ve ayırt edici nokta bulunuyor. Belirttiği üzere, sivil itaatsizlik eyleminin “itaatsizik” olarak adlandırılabilmesi için bir şekilde kanunu ihlal eden statüye sahip olması gereklidir. Bu şekilde ancak ortaya koyulan eylemin adı “itaatsizlik” olabilir. Bu bakış açısı da net bir biçimde sivil itaatsizliğin semantik boyutuna işaret ediyor. Bakıldığı zaman aslında Thoreau’nun reddetme eylemini müteakip cezaevine girmesine sebep olan ilk ve asıl unsur onun vergi ödemeyi reddetmesi, başka bir deyişle kanunu ihlal etmesidir. Yani; sivil itaatsizliğin herhangi bir biçimde anayasada var olması veya bu eylemin kanuni kapsamda “suç” ya da “suç olmama” tartışmasının içerisine koyulması anlambilimsel açıdan çelişkilidir. Çünkü, görülebileceği üzere, yaptığı eylemin –aslında yapmayı reddetme eylemi- sivil itaatsizlik olarak kavramsallaşmasının ana sebebi de onun bu reddetmeden dolayı kanuni açıdan cezalandırılmasıdır. İşte tam da bu nokta, sivil itaatsizliğin “itaatsiz” olma özelliğini meydana getirir.
Rawls ve Arendt’e bakıldığında ise sivil itaatsizlik tartışmaları ancak demokratik sistemler içerisinde sürdürülebilir. Sözgelimi başka herhangi bir rejimin içerisinde bunun var olması teknik olarak da pek mümkün değildir. Çünkü diğer rejimlerde –örneğin totaliter rejimler- sivil itaatsizlik eylemleri birer devrim kalkışması kapsamına girecektir. Bu noktada devrim ile sivil itaatsizliği birbirlerinden ayırmak gerekir.
Thoreau, Rawls, ve Arendt örneklerinde genel anlamda tartışma odaklarının birbirlerinden farklı zeminlerde seyrettiği görülmektedir. Bir diğer deyişle, bu üç düşünürün bakış açılarındaki “eylem” imgesi sivil itaatsizlik olarak adlandırılsa dahi aslında vardıkları noktada neredeyse bambaşka kavramsallaştırmalar içerisinde çerçeveleniyor. Ancak yine de Rawls ve Arendt’te sivil itaatsizlik eylemlerinin barındırdığı kolektivite algısı Thoreau ile oldukça zıt açılardadır. Thoreau’nun silah pazarında katkıda bulunmak istememesinin devamında vergi yükümlülüğünü reddetmesi, ve bunun sonucunda da yasayı ihlal edip cezaevine girmesi olabildiğince münferit ve otonom gerçekleşirken Rawls ve Arendt’te bu iş daha kolektif biçimde gerçekleşmektedir. Rawls’ın kuramsallaştırmasında Thoreau’nun eylemi yalnızca yasayı sorgular nitelikte değil aynı zamanda onu ihlal eder niteliktedir. Dolayısıyla Rawls’ta bu -sivil itaatsizliğe gelmeden- kısaca bir kanun çiğneme eylemi olarak görülebilir. Ancak paralel incelenirse itaat etmeyi reddetme eylemi Thoreau’da hakim olandır, varoluşundan kaynaklı bir eylemdir.
Eğer biz bu durumda “itaatsizlik” eylemine yoğunlaşacak olursak soracağımız ilk soru “neye itaatsizlik” olacaktır. Bunun cevabı da aslında çok açık, doğal olarak “otorite”dir. Bu sebepten ötürü sivil itaatsizliğin başlangıç noktası “otoriteye itaatsizlik” ile açıklanabilir… Bu sorunun devamında tartışılması gereken unsur ise soyut “otorite” kavramının siyasal izdüşümünün ne olduğudur. Elbette bu izdüşüm de anayasanın kendisidir. Yani, “sivil itaatsizliğin başlangıç noktası anayasanın otoritesini reddetmedir.” Bu yüzden sivil itaatsizlik tartışmasında ilk aşamada incelenmesi gereken “anayasal sınırlar” olmalıdır. Doğasında anayasanın otoritesini reddetme niteliği bulunan bir siyasal aktivite, yine doğasında kurumsal yapısını meşru olarak sürdürebilmesi için kendisine bağlı olan yurttaşlar tarafından otoritesine boyun eğiliyor olması gereken anayasanın oluşturduğu yasal sınırlar içerisinde yer alamaz. Eğer böyle bir durum olursa, bu noktada bir semantik hata ortaya çıkacaktır.
Sivil itaatsizlik eyleminin anayasallık çerçevesinin tartışması bir ileri götürülerek bu eylemin “eylem odağı” incelenebilir. Çünkü belirtildiği üzere bir eylemin adının sivil itaatsizlik olması onun anayasanın otoritesine karşı sesini yükseltmesini de yanında getirmektedir. Bir diğer deyişle; eğer anayasallaşabilmiş ise bu eylem, onun adı artık “itaatsizlik” olmamalıdır. Ancak bu noktada eylemin örüntüsünün tartışılması birtakım demokratik hakların Arendt’in bahsettiği ölçüde “ifade ve basın özgürlüğü” kapsamında yasal güvenceye alınması ile mümkün kılınabilir. Eğer yurttaşlar tarafından yapılan yürüyüşler ve gösteriler gibi politik aktiviteler anayasanın otoritesine veya onun yalnızca bir kanununa yönelik değil de doğrudan politikacıların verdikleri karara yönelikse bu durumda otoritesi sarsılan anayasa kurumu olmaz, doğrudan politikacılar olur. Bu da doğal olarak bir yurttaşlık eylemi ve onun toplumsal muhalefetinin sivil hayattaki gerçekliği olarak karşımıza çıkar. Bu eylemlerin anayasal güvence ile gerçekleştirilmesi bizi iki ayrı yargıya götürebilir: Birincisi, bu durum siyasi iktidarın temsilcilerine yönelik bir eleştiridir ve siyasi muhalefete destektir; İkincisi ise, siyasi muhalefetin kendisinin yetersizliğine yönelik güçlü bir işarettir, dolayısıyla, siyasi muhalefetin toplumsal muhalefeti temsil edebilme kapasitesi tükenmektedir. Bu iki bağlamda toplumsal muhalefet kitleselleşme gücüyle beraber eylemsellik gösterebilir, ancak bunun adı sivil itaatsizlik veya herhangi bir itaatsizlik hareketi değil, yalnızca gösteri hakkı kapsamında bir siyasal katılım örneğidir.
Arendt, H. (1972). Crises of the Republic: Lying in politics; Civil disobedience; On Violence; Thoughts on politics and revolution. New York: Harcourt Brace Jovanovich.
Rawls, J. (1999). A Theory of Justice : Revised Edition. Cambridge: Harvard University Press
Thoreau, H. D., (1991). ‘Civil Disobedience,’ in Civil Disobedience in Focus, Hugo A. Bedau (ed.), London: Routledge.
Görsel: Paris / dpa