Tiqqun – Bu Bir Parti Programı Değildir

Eser adı: This is Not a Program / Bu bir Parti Programı Değildir

İlk Yayınlanma Tarihi: 2001

İngilizce Çevirinin Derlenme Tarihi: 6 Mayıs 2011

İngilizce Çevirisinden Çeviren: Efe Cengiz

Çeviriye başlangıç tarihi: 1 Mayıs 2022

Mevcut Sürüm: 23 Kasım 2022

Tanıtım

Tiqqun 1999 ve 2001 yıllarında çıkmış iki Fransız-İtalyan anarşist felsefe dergisinin adıdır. Yazarlarının isimleri belirtilmediğinden, hepsine fanzinin adı ile seslenildi. Dergi ününü 2008 yılında Tarnac Dokuzu (Tarnac Nine) ismi verilen, Tarnac, Fransa’da komünal bir hayat kurma çabası içindeki 9 (ve sonra 10) Fransız anarşistin, 160 trenin gecikmesine sebebiyet veren bir tren hattı sabotajından dolayı tutuklanıp yargılandıkları sırada; Tiqqun içindeki, yazarların yine isimsiz olduğu Görünmez Komite (The Invisible Comittee) isimli grubun üyeleri oldukları ve Gelmekte Olan Ayaklanma (The Coming Insurrection) adlı eserlerinde tam olarak bu sabotajın nasıl yapılacağını detaylandırdıkları iddiası sebebiyle kazandı. Tarnac Dokuzu’nun davası kendi başına incelenmeyi hak ettiği gibi, Agamben, Badiou, Zizek gibi çağdaş sol filozofların da dikkatini çekti. Şimdilik kısaca diyebiliriz ki sonrasında terör yargılamasından suçsuz bulunan grup, grup 20lerinin sonlarında, eğitimli, merkezinde halihazırdaki tüketim sisteminin olmadığı bir geleceğin hayalini kuran gençlerden oluşuyordu. Tanıdık geldi mi?

Tiqqun’un iki sayısının situasyonist bir gelenekten geldiğini iddia edebilirim ve başka solcular karşı çıkabilir bana. Ele alınan konular arasında altmış şekiz isyanları, İtalyan “Kurşun Yılları”, doksanların küresellik karşıtı protestoları yer alıyor. Buradaki dert geçmişin belli bir üretimini ötekilerden üstün kılmak değil, geçmişin savaş alanlarından günümüz için geçerliğini sürdüren silahları toplamak. Eserlerde kıta felsefesi ve antropolojiye yapılan atıflar, yazarların kendi oluşturdukları terminolojilerle iç içe geçerek kendine has bir dilin üremesine yol açıyor. Bu noktada eserleri anlamak için Debord ve Focuault’dan haberdar olmak gerektiği gibi, diğer Tiqqun eserlerinin ve bahsedilen dönemlerdeki genel sol kültürünün de bilinmesi gerekiyor. Bu, eserleri çevirmeyi pek zor kıldığı gibi okumayı da belli bir araştırma sürecinin parçası kılıyor. Örneğin Bloom isimli tipleme ile James Joyce’un Ulysses’indeki Leopold Bloom’a atıf yapıarak, bahsedilenin yabancılaşmış modern süje olduğunu belirtiyor yazarlar. Tiqqun kelimesinin kendisi de İbranice’deki “Tikkun olam” kalıbından gelip “dünyanın iyileşmesi” anlamını taşıyor.

Yukarıdaki paragraflar ciddi miktarda Tiqqun’un İngilizce Wikipedia girişine dayanıyor ve bu birkaç şeye işaret etmeli. Çevirmenin kendi araştırmasını yapacak zamandan yoksunluğuna, konu üzerinde Türkçe kaynağın yokluğuna, konu üzerinde İngilizce kaynakların bile merkezileşmiş karakterden yoksun oluşuna ve zaman içinde bu yazının, bu tanıtım da dahil değişecek karakterine. Tiqqun’un eserleri gerek bu terör davası gerek sonrasındaki obskür sol ilgi sebebiyle olsun, geniş frankofon ve anglofon kitlelere ulaşma süreci içinde. Türkiyeli okur için ne ifade edeceğinin kararı bilinmez ve okuyucunun elindedir. Tiqqun benim için düzenli ve pasif hale gelmiş solun çeşitli etmenlerinin ciddi bir incelemesi eleştirisi ve yenilemesine işaret ediyor, bu sebeple onu çevirmeye değer buluyorum; bu yolculukta hepinizi selamlıyorum.

Çevirmenin Notu

Çevirmen notları meraklı okurlar tarafından kitaba bir an önce başlamak için atlanmak, çokbilmiş okurlar tarafından aynı eserin diğer çevirileriyle karşılaştırılma çabasına cephanelik görevi görmek, çevirmenin becerisizliklerinin kefaretini ödeyerek kendi vicdanını rahatlatması ve bazen de aynı eseri çevirmeye kalkacak diğer zavallıları uyarırken selamlamak için yazılır. Ben bir çevirmen değilim, çeviri konusunda bir eğitim almadım, tecrübem de lisans yıllarımda üç beş kuruş için çevirdiğim bir iki metinle sınırlıdır. Tiqqun, ya da Görünmez Komite (The İnvisible Comittee) ile tanışmam yine bu yıllarda, o zamanlarda ölmekte olan video paylaşım platformu Vimeo’ya yüklenmiş, kimin tarafından nerden nasıl çevrildiği belli olmayan bir kısa filme dayanır. Yıllardır o filme geri dönüp, o sitede, o şekilde belirişinin izlerini sürmeye çalışırım. Daha sonra yüksek lisanstayken başka bir sosyal medya platformu sayesinde Amerikan solunun genç kesiminin Tiqqun’a pek hâkim olduğunu gözlemledim. Bunun neden olduğu ile ilgili fikirlerim ve bunu bu çevirinin gerekliliğine bağladığım paragraflar bu çeviri ilerledikçe burada yerlerini alacak. Şimdilik kısaca şunu söyleyelim. Bu yaşayan bir doküman, bu da aslında kapitalin ölü zamanı içinde oturup sadece buna odaklanacak zamanın olmadığı için ara ara bakacağım anlamına geliyor. Niyetim zaman içinde bu çeviriyi okunmaya değer hale getirmek. Tiqqun ve eserlerinin Türkçe çevirileri henüz (bulabildiğim kadarıyla) yok. Türk solu bu situasyonist Fransız yazarlar grubunu kendisiyle bağdaştıramadığı için mi pek habersiz ondan, 20 yıl yazılarının yayılması için yeterli bir süre mi değildi, yoksa kimse çevirmediği için mi bilinmiyor? Bilmiyorum. Bu eserin içeriğini kendime pek yakın görüp de onu yaymak istediğim için çeviriyor da değilim. Şiddetli denk gelişlerin çeşitlendirilmesinin öneminden bahsediyor eser giriş kısmında, devrimci anlar üretmek için. Derdim tamamen budur. Parça parça çevrilip sonra tümden düzeltilip, göndermeleri notlarla açıklanıp, yayınlanacak olan bu eserin tüm hataları bana ait. İsterim ki işini bilen, konuya hâkim birisi Fransızca aslından çevirsin bu metni, bir internet sitesinin kenarında değil, raflarda, otobüs yolcularının ellerinde görelim bu eseri. Şimdilik böyle bir şey söz konusu olmadığı için, ben kendime bunu dert edindiğim için ve siz bu konuda pek bir şey yapamayacağınız için, açıklandığı haliyle parça parça yer alacak bu eserin bu pek garip hali Metapolitik’te. Fikir, eleştiri ve önerilerinizi çevirmene iletmekten çekinmeyin.

Tiqqun – Bu Bir Parti Programı Değildir

Tarihsel çatışmayı yeniden tanımla

“Sıradan insanların yakın zaman içinde devletin ani ve şiddetli şekilde feshedilmesini ya da açıkça sürdürülecek bir sivil savaşı beklediklerine inanmıyorum. Bunun yerine gizli bir sivil savaş düşüncesi yaygınlaşıyor, gazeteciymişçesine konuşursak, devletin tüm hakkaniyetini feshedecek konumlar arası sivil savaş.” (Terrorisme et dimocratie, Editions Sociales, 1978)

Yeniden, kör deneyler, neredeyse hiç yol yordam bilmeden. (Elimizde o kadar az şey kaldı ki, bu bizim fırsatımız olabilir.) Yeniden, doğrudan eylem, saf yıkım, göz göre göre yüzleşme ve her türlü ara buluculuğun reddi: Anlamayı reddedenlere biz açıklama yapmayacağız. Yeniden, arzu, o yıllarca süregelen karşı devrim tarafından baskılanmış her şeyin tutarlılığının düzlemi. Yeniden, tüm bunlar: otonomi, serserilik, isyan, orji* ama özgün, olgun, üzerine düşünülmüş, yeni olanın zavallı çelişkilerinden arındırılmış halde.

Kibirle, uluslararası polis operasyonlarıyla, daimi zaferlerin ilan edildiği basın toplantılarıyla, mümkün olan tek dünya olarak gösterilen bir dünya; medeniyetin en yüce başarısı olarak gösterilen bir dünya, sonunda tamamen tiksindirici hale getirildi. Kendini ve tüm çocuklarını, kendi merkezinde yatan kötülükten tamamen ayırmayı becerdiğine inandırmış bir dünya. Sıradan bir yeni yılı milenyumun değişimi olarak kutlayan dünya, milenyumundan korkmaya başladı. Yıkımın evinde uzun süredir mesken tutmuş dünya şimdi yavaş yavaş fark ediyor “sosyalist blok”un yıkılışı onun zaferinin değil feci çöküşünün habercisi. Tarihin sonunun haykırışlarıyla şişirilmiş bir dünya, Amerikan yüzyılı ve komünizmin başarısızlığı, şimdi kendi havailiğinin hesabını vermek zorunda.

İçinde olduğumuz çelişkili anda, bu dünya -bu dünyanın polisleri aslında- kendileri için uygun görüldüğü kadar sıra dışı olan bir düşman inşa ettiler. Kara Tugay*’lardan, “gezgin anarşist sirkler”den, medeniyete karşı kurulmuş büyük komplolardan söz ediyorlar. İnsanın aklına Von Salomon’un Almanyası geliyor “The Outlaws”daki; fantastik bir gizli organizasyon ile kafayı bozmuş bir Almanya, O.C. denen bu kurum “gazla doldurulmuş bir bulut gibi” yayılıyor ve ONLAR da göz kamaştırıcı şaşkınlıklarını sivil savaşın gerçeklikleri yerine ona atfediyor. “Kötü bir vicdan onu tehdit eden gücü yerinden etmeye çalışır. Çöpten bir adam yaratıp ona dişlerini gösterir ve huzur bulur.” Tanıdık gelmedi mi?

Emperyal polisin denemelerine rağmen günümüzün olayları stratejik bir okumadan yoksun. Stratejik okumadan yoksunlar çünkü bu ortak bir özelliği gerektirirdi; hepimizin arasında ufak da olsa ortak olan bir benzerlik. Bu “ortak bir şey” herkesi korkutuyor, Bloom*’u geri çekilmeye zorluyor, bizi sersemletip aptallaştırıyor çünkü sürüncemede bırakılmış hayatlarımızın kalbinde yer alan bir şeyi tamir ediyor. Her şey için sözleşme imzalamaya alıştık. Bir pakta, anlaşmaya benzeyen her şeyden kaçıyoruz, çünkü bir pakt geri çekilemez ya gereklilikleri yerine getirilir ya da bozulur. En zor anlaşılan da bu, bir reddin gücünün ortak olanın pozitifliğine bağlı olduğu; “Ben” dediğimiz şeklin dediğimiz “Hayır”ın gücünü belirlediği. Sıklıkla tarihsel aktarımın üzerindeki kesintilere şaşırıyoruz, 50 yıl öncesinde hiçbir ebeveynin çocuklarıyla hayatı ile ilgili konuşamadığı, kendi hayatını tarihsel gerçeğe döndüremediği gerçeğinden kaynaklanan kesintiler; zavallı anekdotlarla dolu bir takipsizlikten ibaret olmayan bir tarih. Aslında kaybedilen bizim tarihimiz ve kendi içinde tarih arasında iletişimsel bir bağ kurma yeteneğimiz. Bunların hepsinin temelinde eğer her bir varlığı reddedersek, tüm amaçlardan vaz geçersek biraz huzur bulabileceğimiz düşüncesi yatıyor. “Bloom”lar savaşın bitmesi için savaş alanının terk edilmesinin yeterli olduğuna inandılar. Ancak hiçbir şey olmadı. Savaş bitmedi ve savaşmayı reddedenler kendilerini şimdi biraz daha silahsız, biraz daha dağınık halde buluyorlar ötekilere kıyasla. Budur şimdi “Bloom”ların bağırsaklarında yuvarlanmakta olan kinin sebebi, asla tatmin edilemeyecek olan kafaların yuvarlandığını görmenin, suçluyu parmaklarıyla göstermenin, tarihin tüm geçmişi için bir aklanışın güvenceye alınmasının arzularıyla ortaya çıkan. Tarihsel çatışmanın yeniden tanımlanışına ihtiyaç var, entelektüellik değil, yaşamsallık.

Yeniden tanımlamak diyorum çünkü tarihsel çatışmanın tanımı bizden epey önce, emperyalizm öncesi çağda, her varoluşun parçası olduğu sınıf mücadelesinde toplanmıştı. Bu tanım artık işlevselliğini yitirdi. Bizi felç olmaya, kötü niyete ve boş laflara itiyor. Bu başka çağın deli gömleği içinde ne savaş verilebilir, ne de hayat sürdürülebilir. Bugün mücadele etmek için sınıf kavramını ve onunla birlikte tüm belirlenmiş kökleri, güven verici sosyolojileri ve kimlik protezlerini kaldırıp atmak gerekli. Sınıf kavramı sadece bir lazımlık dolusu nevrozu tutmaya, ayırmaya ve sürekli suçlamaya uygun, ki bu ONLARIN pek hastalıklı zevklerini, Fransa’da ve toplumun her kesiminde uzun süredir sürdürdükleri yöntemdir. Tarihsel çatışma artık iki dev belirgin kesimi; iki sınıfı ayırmıyor. Ezilenler ve ezenler, baskın olan ve baskılanan, müdürler ve işçiler, aralarında her ayrı seferde açık farklar bulunabilen gruplar… Cephe artık toplumu değil her birimizi ikiye bölüyor; bizi vatandaş yapan şeylerin, temellerimizin ve geri kalan her şeyin arasında. Bu sebeple savaş her birimizin içinde emperyalist sosyalleşme ve ondan kaçış arasında veriliyor. Devrimci bir süreç biyopolitik dokunun herhangi bir noktasında ve anında ondan kaçış, ayrılış yollarını ortaya çıkartarak ve kırarak yürürlüğe koyulabilir. Böyle durumların, böyle yırtılma ve çatlakların hepsinin tek ortak noktası emperyalizm karşıtı yıkımdır. “Çatışmanın genel hattı yönetim sisteminin kendisinden gelir, gücün kullanıldığı, uygulandığı her biçimden. Biz bu tutarlılık zeminine Hayali Parti dedik ki ismi bu üretilmiş şeyin itibari bağlarını ve delilleri üzerine kurulduğu politik temsili görünür kılsın. Her tutarlılık zemini gibi Hayali Parti de hem zaten var hem de inşa edilmeyi bekliyor. Partiyi kurmak artık altında tüm ahlaki farklılıkların tek ve ortak bir mücadelede uğruna köşeye atıldığı kapsayıcı örgütü kurmak anlamına gelmiyor. Bugün, partiyi kurmak farklılıklarıyla birlikte yeni yaşama biçimleri kurmak, aralarındaki ilişkileri karmaşık hale getirmek ve onları aramızdaki olası bir sivil savaş kadar ihtiyatlıca geliştirmektir. İmparatorluğun en güçlü stratejisi karşı çıktığı her şeyi elinin tersiyle tek tarafa itmek, tek çirkin yığının içinde eşlemek -barbarlık, sekteryanlık, terörizm, aşırılık- ise, İmparatorluğa karşı savaşmak temelinde Hayali Partinin muhafazakâr kesimlerini -liberteryen milisler, sağcı anarşistler, ayaklanmacı faşistler, Kutubcu jihatçılar, kırsalcı mitilanlar- onun devrimci-deneyimsel kesimleri ile karıştırmamaktır. Partiyi kurmak bu sebeple bir örgütlenme sorunu değil, bir sirkülasyon; dolaşım sorunudur. Ya da örgütlenme sorunu parti içinde dolaşımı örgütleme sorunudur. Çünkü yalnızca aramızdaki denk gelişlerin devam etmesi ve daha şiddetli hale getirilmesi ahlaki kutuplaşmayı ilerletebilir, partiyi kurabilir.

Tarih konusunda tutuklu olmanın içinde bulunduğu anda yaşamaktan aciz olan vücutların kaderi olduğu doğrudur. Yine de ben, şimdi yeni bir devrin başladığını düşününce 1960ların başında verilmiş olan mücadele devrinin sıkıntılarına geri dönmeyi konudan uzaklaşmak olarak görmüyorum. Devam eden sayfalarda 1970lerin İtalya’sına düzenli atıflar yapılacak. Korkarım ki bu alelade yapılmış bir seçim değildir. Eğer lafı çok uzatmaktan korkmasaydım size kolayca bize en ciddi ve en vahşice bırakılmış olan derdimizin temelinde, günümüzün aşırılıklarından arındırılmış politik iklimine rağmen, ne yattığını gösterebilirdim. Guattari’nin 1978’de yazdığı gibi: “İtalya’yı özel bir vaka olarak görmek, onu ilginç ama kendi dertlerimiz için faydasız bulmak yerine, bu ülkedeki gerginliklerin okunması üzerinden, daha güvenli iktidarların daha istikrarlı görünen sosyal, politik ve ekonomik durumlarına açıklık getirmeye çalışmamalı mıyız?” 1970lerin İtalya’sı bize en yakın ayaklanma anı olarak ortada duruyor. Buradan başlamalıyız, tarihi bir anı yeniden yazmak için değil, halihazırda hala süren savaşın kılıçlarını bilemek için.

Kendini Aşağılanmaktan Kurtar

Bizim gibi sadece Fransa’da aktif olanların işi kolay değil. Altında çalıştığımız koşulların belirlenmiş olduğunu, hatta oldukça keskince belirlenmiş olduğunu reddetmek saçma olur. Hükümdar devletin eğitim sisteminin her vücuda kazıdığı, okulu her Fransız’ın kafasına çivilenen utanç dolu bir ütopya haline getiren ayrıştırma fanatikliğinin ötesinde güvensizlik var; hayata ve serkeşçe var olan her şeye karşı duyulan, kendini kurtarmanın imkânsız olduğu bir güvensizlik. Bunun yanı sıra dünyadan sanata kaçış var; felsefeye, eve, yemeğe, ruhsallığa, eleştiriye, güçlenen yerel aşağılanma akışlarının beslediği eşsiz ve kullanışsız kaçış rotaları. Fransız devletinin; artık “vatandaşların” protestolarını bile yönetiyor gibi gözüken o okul müdürünün, her yerde hazır ve nazır olmasını arzulayan; anneye kaçış. İşte, her saniye bir şeyin onları bu kabullenilmiş ıstıraplarından uyandırabileceğinden korkarak kendi çeperlerinde dönüp durmayı sürdüren, omurgasız, sakatlanmış ve şaşkın Fransız akılları.

Dünyanın neredeyse her yerinde halsiz vücutların kendilerini bağlayabileceği tarihi bir kin figürü ya da tepkiselliklerinden düzdüğü nişanlarla kuşatılmış şık ve gururlu faşistimsi* bir hareket vardır.

Fransa’da hiçbir şey yok. Fransız muhafazakarlığı asla tarz sahibi olmadı çünkü bir burjuva muhafazakarlığı idi; içgüdüsel* bir muhafazakarlık. Sonunda hastalıklı bir dönüşümsellik* seviyesine ermiş olmasının önemi yok. Ölmekte olan bir dünyaya duyulan aşkla değil, deneysellikten, hayattan ve deneyimsel yaşamdan duyduğu korku ile ilerliyor. Fransız bedenlerin ahlaki tabanını oluşturan bu muhafazakarlık her türlü politik pozisyondan veya söylevden önce gelir. Bove’u, 17. mahalle* burjuvasını, Encyclopédie des Nuisances* kâtibini ve siyasi elitin aynı partiye, kurduğu varoluşsan süreklilik -hem ilan edilen hem de gizli tutulan bir süreklilik- ile bu muhafazakarlık bağlar. Bu sebeple bahsedilen bedenlerin var olan düzene karşı hoşnutsuzlukla konuşmalarının önemi yoktur; bugün kökenlere, ormanlara, meralara ve kasaba hayatına duyulan, küresel finansal spekülasyonu karşısına alan tutku, yarın en küçük devrimci yersiz-yurtsuzlaştırma* hareketini bastıracak. Nerede olduğuna bakılmaksızın yalnızca içlerinden* gelen ses ile konuşanlar aynı bok kokusunu yayıyor ağızlarından.

Tabi ki ONLAR kendilerini politik olarak gerçek ve 1970lerin İtalya’sına son derece içkin olan, her şeyden bu kadar etkilenmez hale getirmiş olmasalardı Fransa dünya vatandaşlığının (çok uzak olmayan bir gelecekte Le Monde Diplomatique* Kapital’in çevrildiğinden fazla dile çevrilecek) ve pazara karşı devlet adına gösterilen fobik muhalefetin gülünesi merkezi olamazdı. Paris’ten Porto Alegre’ye, ülkeden ülkeye, ATTAC’ın* küresel yayılımı dünyadan vaz geçen bu Bloom-vari çılgınlığa tanık oluyor.

Terimler Sözlüğü

Yazı ilerledikçe, yazıda yıldız(*) ile işaretlenmiş terimlerin açıklaması, eserle alakası, çeviri notları burada toplanacak. İleride arama kolaylığı için bunları numaralandırmayı düşünüyorum.

-fascistoid: -oid edki İngilizce’de benzerlik belirtmek veya eklendiği terimi aşağılayıcı hale getirmek için kullınıyor. Örneğin son zamanlarda popülerlik kazanan kadın düşmanı bir terim “Femoid”. Türkçeye bu aşağılamayı koruyarak çevirmek istediğim için faşizan terimini kullanmadım.
-gut-conservatism: Yazarlar içten gelen his ve bağırsaklardan geçen dışkı arasında bir benzerlikle oynuyor. Bu oyun Türkçe’de sürdürülemeyeceği için “bağırsak muhafazakarlığı” olarak çevirmedim.
-reflexivity: Kişinin kendi düşüncesel konumunu irdelemesinin göz önüne serilişi, konuya objektif bakıldığı iddiasının reddi. Örneğin, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin Alman medyasında nasıl gösterildiği üzerine yazmaya kalksam Türk bir erkek oluşumun konuyu görüşümü nasıl etkileyeceğini irdelemem gerekir. Türkçe felsefe terimlerine olmayan hakimiyetim böyle anlarda tercümeyi zorlaştırıyor. Düşünümsellik olarak da çevriliyormuş.
-17th arrondissement bourgeois: Paris 20 idari bölgeye (arrondissement’a) bölünmüştür. Basitçe mahale diyebiliriz bunlara. Büyük şirketlerin ofislerinin doldurduğu 17. Mahalle (Batignolles-Monceau), şehrin iş bölgelerinden önde gelenlerindendir.
Encyclopédie des Nuisances: Jamie Semprun tarafından 1991 yılında, Paris’te kurulmuş bir yayın evi. Durumsal Enternasyonel’e eleştirel bir yakınlık içinde olan yayınevinin, 68 döneminin tarihi anısını korumak, endüstri karşıtı sosyal eleştiride bulunmak gibi dertleri vardı. Sorbonne’un öğrenciler tarafından işgal edilişinin nasıl yorumlanması gerektiği konusunda Guy Debord’la fikir ayrılığına düşüp yollarını ayıran yayınevi, yıllar içinde George Orwell ve Lewis Mumford gibi yazarların eserlerini bastı.
-deterritorialisation: Yersiz-yurtsuzlaştırma. Basitçe, bir sosyal ilişkinin süregelen yapısının, bağlarının, anlamının çözülmesi anlamına gelen, Deleuze ve Guattari terimi.
Le Monde Diplomatique: Le Monde günlük gazetesinin aylık çıkarttığı, Diplomasi Dünyası isimli, editörel otonomiye sahip, dünya siyasetine odaklanan gazete. 26 farklı dilde çıkıyor.
ATTAC: Association pour la Taxation des Transactions financières et pour l’Action Citoyenne (Mali İşlemlerin Vergilendirilmesi İçin Vatandaş Hareketi Birliği), döviz bazlı işlemlerin vergilendirilmesi için kurulmuş bir aktivist grup. Kurulumu, Ignacio Ramonet’in Le Monde Diplomatique’te yazdığı, Tobin vergisinin (James Tobin, Keynesci iktisatçı, Tobin vergisi spekülatif yatırımcıların paralarını kısa süreli geri dönüşler için döviz olarak saklamasını, ve dolayısıyla kurların dalgalanmasını engellemek için önerilmiş bir vergi) dünya çapında uygulanmasının gerekliliğini savunan makalesine dayanıyor; yazarlar da bu yüzden Le Monde Diplomatique’in etki alanından bahsetmek için örnek olarak sunuyorlar ATTAC’ı.

Paylaş:
Default image
Efe Cengiz
ODTÜ - Sosyoloji / Goethe Uni. Frankfurt - MA. Bilim ve Teknoloji Çalışmaları / Groningen Uni. Campus Fryslân Bilgi Altyapıları Departmanı - Doktora öğrencisi