Borç Sarmalı Nereye Kadar Devam Edebilir?

Merkez Bankası ne zaman yeni bir para politikası toplantısı yapacak olsa yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz. Oysa daha normal bir ülkede yaşıyor olsaydık ne gündemle bu kadar ilgili olurduk ne de yaşam standartlarımızı ve satın alma gücümüzü doğrudan etkileyen olaylar bu kadar sıradan olabilirdi. Türkiye’deki sorunların ve insanların nasıl kitleler halinde fakirleştiğinin hepimiz farkındayız. Ancak bugün benim değineceğim konu daha çok borçlanma üzerinden kurulun tahakküm ilişkilerinin tahlili yönünde olacak. Bu tahakküm ilişkileri o kadar derindir ki bireyleri ve ülkeleri aynı anda dönüştürme gücüne sahiptir.

Borç, insanlık tarihindeki en eski müesseselerden birisidir. Borç aynı zamanda demokratik hak ve hukuk mücadelesinde en meşakkatli mücadelenin verildiği konulardandır. Borcunu ödeyemeyen kişilerin borcuna karşılık olarak bedenlerini rehin vermeleri borç köleliğini ortaya çıkarmış ve bu köleler genellikle madenlerde ve ev işlerinde kullanılmıştır[1]. Bireysel borçların neticesinde insanların köleleştirilmeye başlanması neredeyse uygarlık tarihi kadar eskidir. Mısır’dan tutun Antik Roma’ya kadar birçok uygarlık, borçlarını ödeyemeyen kendi uyruklarını köle olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Bu yazı çerçevesinde özellikle incelemek istediğim medeniyet ise Roma İmparatorluğu’dur. Roma İmparatorluğu’nun başlangıç dönemlerinde sınıf kavgalarının asıl sebeplerinden biri, borcunu ödeyemeyen bir plebin (Roma İmparatorluğu’nda asil bir aileden gelmeyen kişilere verilen genel bir unvandır) gerekirse borçlu alacaklısı tarafından öldürülebiliyor olmasıdır[2]. Yukarıda belirtilenler aslında herkesin bildiği, genelgeçer tarihi hikâyelerdir. Ancak bu hikâyeler zaman içerisinde borç ekonomisinin nasıl hâkim bir modele evrildiğini gösterir. Bu model, hem ekonomik hem de siyasi tahakküm ilişkilerinin kurulmasını, derinleşmesini pekiştirmiştir.

Borç ekonomisi iki yönlü çalışmaktadır; bireylerin borçlanması üzerinden kurulan bir iktisadi yapı ve ülkelerin borçlanması vasıtasıyla yaratılan daha büyük bir iktisadi anlatı. Lazzarato, borç ekonomisinin aynı zamanda siyasetle de meşgul olduğunu, çünkü her bireyi borçlandırılmış ekonomik özneye dönüştürmek için “etik-politik” inşa sürecinin kullanıldığını belirtir[3]. Aslında bireylerin kredi kullanımı üzerinden toplu bir sömürü durumu söz konusudur. Bu sömürü, şu anki kapitalist düzenin belkemiğidir denilebilir. Devletin ise yurttaşları korumasını beklemek beyhudedir. 2008 Mortgage Krizi’nde ABD’nin ilk işi yurttaşların borçlarının yeniden yapılandırılması değil, bankaların kurtarılmasına yönelik bir acil eylem planını hazırlamak olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın faizleri düşürme hamlesi, Lazzarato’nun genel çerçevesi içinde değerlendirilebilir. Durma noktasına gelmiş bir ekonomide insanların tüketmeye ve alışverişe devam edebilmeleri için bir teşvike ihtiyaç duyulmuştur. Faizlerin düşürülmesi ise, düşük ve orta gelirli halk kitleleri için, aslında yatırımı değil tüketimi teşvik etmek adına atılmış bir adımdır. Biz aslında kredi çekerek gelecekte kazanacağımızı varsaydığımız belli bir meblağdan vazgeçiyoruz. O meblağı şu andaki ihtiyaçlarımız için kullandığımızı öngörüyor; gelecekteki gelirimiz ile ev, araba aldığımızı düşünüyoruz. Aslında bu süreç bankalara, kısacası finans kapitale, olan bağımlılığımızı bir kat daha perçinliyor. Üstelik bu hamleler vergi muafiyetleri, vergi indirimleri ve diğer kamu ayrıcalıklarıyla desteklenmiş dev inşaat şirketlerini ihya etme amacını da taşıyor. Dünya beşten büyük müdür değil midir bilemiyorum. Ama artık hepimizin gördüğü bir gerçek varsa Türkiye beşten büyük değil.

Jubilee Movement kulağınıza tanıdık geldi mi? Pek sanmıyorum. Jubilee Movement, Küresel Güney’in daha fazla borç ödememesi gerektiğini savunan bir sivil toplum hareketidir. Ülkemizde pek bilinmeyen bu hareket, yavaş yavaş da olsa dünyada sesini duyurmaya başlamış, ülkelerin dış borç sarmalından kurtulması için genel bir borç reddiyesinin insanlar ve toplumlar tarafından kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur[4]. Jubilee Movement, 1970’lerde borç reddiyesinin bir politik hareket hale gelmesini savunan bir avuç insan tarafından kurulmuştur. Borç reddiyesinin güçlü bir sivil toplum hareketine dönüşmesi belki bir hayal gibi görünebilir. Ancak sizlere hatırlatmak istediğim bir nokta var; borç reddiyesinin gündelik hayatta konuşulabilmesi bile ilerlemedir. Ben, yakın gelecekte olmasa bile borç reddiyesinin orta vadede ciddi bir alternatif olarak belireceğini düşünüyorum.

Andrew Ross’un dış borçlarla ilgili dikkatimizi çekmek istediği bir nokta var. Ross, özellikle şu sorunun herkes tarafından sorulması gerektiğini düşünmekte: Borç ama kimin borcu?[5] Küresel Kuzey tarafından uzun zamandır kaynakları kullanılan, ucuz emek gücü olarak değerlendirilen, Batı’nın ürünleri için doğal bir pazar işlevi gören Küresel Güney gerçekten bu borçları ödemek zorunda mıdır? Hakkaniyet anlamında borçlu taraf gerçekten hangisidir? Kuzey ve Güney arasındaki bu borç ilişkisini basitleştirmeyi, sadece bir sömürü düzeni olarak düşünmeyi reddediyorum. Bu bir tahakküm düzenidir. Bu tahakküm düzeni, ben dahil, toplumun tüm bireyinde öyle bir hale gelmiştir ki, borcun ahlaki veya etik niteliğini sorgulama ihtiyacımız ortadan kalkmıştır. Yine Lazzarato’nun belirttiği gibi, klâsik ekonomi-politiğin çok önceden keşfettiği üzere, zenginlik öznel iken borçlu olma hali kolektiftir[6].

Graeber’in borç hakkındaki tutumu çok daha nettir. Graeber’a göre birçok ülke, gerçekte aldıkları borcun üç ya da dört katını şimdiye kadar zaten ödemiştir[7]. Küresel Güney’in bu borcu yüzyıllardan beri ödüyor olması ne Kuzey’in umrundadır ne de finans sektörünün. Graeber’in bir tespiti ise borç ilişkilerinin ne kadar derine işlediğini çok daha iyi göstermektedir bize;  borçların geri ödenmesini bize düşündüren nedir? Belki de bu noktada bahsetmem gereken bir başka nokta ise sonsuz borç kavramı. Deleuze ve Guattari borçlunun sonsuz ödeme yükümlülüğünden bahsetmiştir[8]. Deleuze ve Guattari’nin sonsuz ödeme yükümlülüğü çok farklı bir şekilde değerlendirilebilir. Bana kalırsa bu kavram, bizlere toplumların borçlandırılması süreçleri ile ilgili betimleyici bir çerçeve sunmaktadır. Toplumlar arasındaki iş bölümü, belki de klasik anlamını kaybetmiştir. Artık Küresel Güney’e atfedilen rol, ne zaman biteceğini bilmediğimiz bir borcun ödenmesidir.

Aslında kolektif olarak borçlu olma hali, son iki yüzyıldır Küresel Güney’in kaderiymiş gibi bir algı yayılmış vaziyette. Uluslararası finansın tahakkümü, iki yüzyıl önce borçlanma idareleri aracılığıyla kendini göstermiştir. Borcunu ödeyemeyen Çin ve İran gibi ülkeler, İngilizlerin işgaline maruz kalmıştır. Mısır’ın ve Tunus’un gelirlerine uluslararası finans kurumları el koymuştur[9]. Bu tahakküm biçiminin zaman içerisinde farklı yöntemler geliştirmesi, tahakkümün ortadan kalktığı anlamına gelmez. Aslında bu tahakküm ile uzun yıllardır birlikte yaşamış, bu tahakkümü kabullenmiş toplumların bir parçasıyız. Bu durumu keşfettiğimiz anda kendi kurtuluşumuz için bir çare bulmaya başlayabiliriz.

Foucault, iktidar ilişkilerinin, potansiyel olarak, bir mücadele stratejisini de barındırdığını söyler[10]. Borçlanma aracılığıyla kurulan tahakkümün ne kadar derine işlediğini bilmek, iktidar ilişkilerini sorgulamamızı da beraberinde getirir. Şu an içinde yaşadığımız dünya, bu mücadele stratejisini içinde barındırmaktadır. Jubilee Movement hareketi ise bunun sadece bir ilk adımından ibarettir. Reinhart ve Rogoff, XVIII. yüzyıldan bu yana en azından iki yüz elli borç reddiyesinin siyasi tarihi alt üst ettiğini söylemiştir[11]. Ancak, şimdiye kadar yapılan borç reddiyeleri, borcun külliyen reddedilmesinden ziyade, borç ödemesinin belirli bir aşamada durdurulması hamlesinden ibarettir.

Belirtmek istediğim bir başka husus, çalışan nüfusun tamamının hem kendi bireysel borçlarını hem de ulusal borçlarını ödeyebilmek için emek sarf edişidir. 2021 yılının ilk çeyreğinde Türkiye’nin dış borcu 448,4 milyar $, bu borcun milli gelire oranı ise %61,5 olarak açıklanmıştır[12]. Türkiye’de her doğan çocuk yaklaşık olarak 3000$ borçlanmış şekilde doğuyor. Bu borcun tamamı ise yurtdışına ödememiz gereken meblağdan oluşuyor. Asgari ücretin 300$ civarında olduğu bir ülkede çok ciddi bir dış borçtan bahsediyoruz. Bu çocukların kendi eğitimleri, ihtiyaçları, Türkiye’deki toplumsal ilişkilerin getirdiği dayatmalar yüzünden borçlanmak zorunda kalacağı meblağı hesaplamak ise hem çok zor hem de anlamsız.

Borçlanmanın üç ayağı bulunmaktadır: Bireysel, ulusal ve küresel. Binlerce yıldır ilmek ilmek işlenmiş tahakküm ilişkilerinin önemli bir ayağı da borçlanmadır. Sivil toplum daha yeni yeni borç reddiyesi etrafında örgütlenmenin bir olasılık haline gelebileceğini anlamaya başlamıştır. Tahakküm ilişkilerini reddedebilmek amacıyla borç reddiyesini sivil toplumun gündemine taşımak, önemli bir sıçrama noktası olacaktır. Tüm hayatımızı bizi ilgilendiren veya ilgilendirmeyen bir borç yığınını ödemekle harcıyoruz. Oysa gerçekten kendimize ait bir hayatı, bir sistemi tam olarak kurabilmek borca dayalı tahakkümün ortadan kaldırılmasına bağlıdır.

Not: Küresel Kuzey ile anlatılmak istenen Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkeleridir. Küresel Güney ise çok daha geniş bir bölgeyi içine almaktadır. Kısacası Küresel Kuzey’in dışında kalan her yerdir diyebiliriz.


KAYNAKÇA

[1] Defne Yılmaz Can, “Antik Yunan’da Kölelik: Atina ve Sparta Örneği”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Karatekin Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 5, 2017, s. 118.

[2] Türkân Rado, Roma Hukukunda Cebrî İcra Usullerinin İnkişafı

[3] Maurizio Lazzarato, Borçlandırılmış İnsanın İmali, Murat Erşen (çev.), Dergâh Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2014, s. 40

[4] Jubilee Debt Campaign UK. Retrieved from https://jubileedebt.org.uk/.

[5] Andrew Ross, Krediokrasi, Emrullah Ataseven (çev.), Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 2015, İstanbul, s. 46.

[6] Maurizio Lazzarato, Borçla Yönetmek, çev. Şule Çiltaş, 1. Basım, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 39.

[7] Davir Graeber, Borç, Muammer Pehlivan (çev.), Everest Yayınları, İstanbul, s. 9

[8] Gilles Deleuze, Felix Guattari, , Anti-Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni 1, Fahrettin Ege, Hakan Erdoğan, Mustafa Yiğitalp (çev), 2. Baskı, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara, 2014, s. 289.

[9] Ali Coşkun Tunçer, “Foreign Debt and Colonization in Egypt and Tunisia (1862-82), Sovereign Debt Diplomacies: Rethinking Sovereign Debt from Colonial Empires to Hegemony, Pierre Pénet, Juan Flores Zendejas, Oxford University Press, Oxford, 2021, s. 76.

[10] Michael Foucault, Özne ve İktidar, Işıl Ergüden ve Osman Akınhay (çev.), Ayrıntı Yayınları, 6. Basım, s.80

[11] Carmen H. Reinhart, Keneth S Rogoff,., This Time Is Different: Eight Centruies of Financial Folly, Princeton University Press, Princenton, 2009, s. 30

[12] Yüksel, E. (n.d.). Türkiye’nin Dış Borcu. Doğruluk Payı. Retrieved November 18, 2021, from https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-nin-dis-borcu.

Paylaş:
Default image
Gizem Magemizoğlu
Ankara Üniversitesi - Yönetim Bilimleri (MA)