Ursula’nın Mülksüzler’inde Antroposen Çağ İzlenimi

İnsanoğlunun enginlere sığamayıp taştığı ve özellikle sanayideki etkinlikleriyle yeryüzünü yeniden şekillendirmeye başladığı, geri dönüşü olmayan bir yola girilen yepyeni bir çağda yaşıyoruz. Bu çağın adı Antroposen çağı ve bu çağın getirdiği bir takım distopik unsurları, olayları bize disiplinler arası yöntemini kullanarak anlatmaya çalışan Ursula K.Le Guin ve Mülksüzler romanı üzerine konuşmak istedim.

Bu çağın yarattığı en önemli tahribat ne yazık ki diyalog ile iletişim kurma becerimizde görülüyor. Sanayileşmenin alıp başını yürüdüğü, insan hayatının özellikle işçi sınıfının hayatlarının ve kazanımlarının ikinci plana atıldığı, gittikçe robotlaşan ve bundan payını alan diyaloğumuzu zaman geçtikçe yitirmemizden dolayı aramızda başlayan ötekileştirme furyası. Siz, biz kavgası, sizden olmayanlar, bizden olmayanlar, ötekiler…

Ursula’nın en çok önem verdiği şeyler; diyalog fikri ve mutlak benzeşmeyenlerin reddi fikriydi, bir Taoizm öğretisi olan insan olmak ve aynı doğayı farklı insan, hayvan ve bitkilerle paylaşmak dolayısıyla yabancılaşmayı ve ötekileştirmeyi yok etmek için tüm romanlarında bahsettiği yegâne unsurlar oldular.

Mülksüzler’de, iki gezegen vardır, bunlar Anarres ve Urras gezegenleridir ve bu gezegenlerin sakinleri birbiri için ötekidir. Bu karşıtlık, öncelikle, anarşist ve kapitalist özneler olmanın üzerine kurulur, her şeyden önce bu roman karşılaştırmalı bir rejim incelemesidir. Kapitalist ve komünist devletlerdeki çarpıklıkları ve dezavantajları tarafsız bir şekilde ele alır. Anarres’te komünist bir düzen vardır, herkes her işte çalışır, topraklar verimsiz, yaşam koşulları zordur. Herkes her şeyi paylaşır, mülkiyetçilik reddedilir. Burada doğan bilim insanı Shevek teorisini yayınlamak adına Urras denen kapitalist, devletçi gezegene gider. Hem burada bilim ile daha çok uğraşabileceği, hem de devletin ona verdiği dönüşümlü görevler yüzünden vakit kaybetmeyeceği için mutludur. Bu gezegendeki insanlar onu hoş karşılar, çevresindeki insanlar iyi şartlarda yaşamını sürdürürler, lüks tüketim öne çıkar, fakat Shevek’in aklına yatmayan para ile dönen bu evrenin arka sokakları ona asla gösterilmez. Sınıflaşma açık şekilde kendini gösterir. Devletin mutlaklığı önemlidir. Yazar bize devletin gücünü şöyle belirtmiştir.: “Birey devletle pazarlık edemez. Devlet paradan başka güç tanımaz, parayı da kendi basar.”. İki rejimi de tarafsız bir şekilde inceleyen Ursula için distopya mükemmel devlet yönetimine asla ulaşamamaktan çıkmıştır.

Bu iki gezegenin birbirine ötekileştirilmiş olarak görülmesi ise diyalogsuzluktan meydana gelir.  Bu karşıtlık anarşist ve kapitalist özneler üzerinden pekiştirilir. Bu öznelerin farklılığı fikir anlamında olduğu gibi yaratılan evrenler üzerinden de vurgulanır. Örneğin Anarresliler için Urraslılar, mülkiyet hakkına önem veren ve dolayısıyla eşitlikten ve özgürlükten yoksun bir toplumdur. Bu mülkiyet fikri, eşyalara, konfora, lükse, bilime ve hatta kadınlara sahip olmaya kadar geniş bir skaladır ve Urras’ın temel farklılığıdır. Bu yüzden, Anarreslilere öğretilen Urras’tan “tiksinmeleri, nefret etmeleri ve korkmalarıdır”, çünkü Anarreslilere daha çocukken anlatılan Urras’ın “çürümüş bir eşitsizlik, haksızlık ve israf yığını” olduğudur. Anarres de, Urras’ta yaşayanlar için, ortak mülkiyet, cinsel yönelimde-ilişkilerde özgürlük nedeniyle farklıdır. Bundandır ki Urraslılar için de Anarresliler, geri kalmış ve ahlaksız bir toplumdur. Bu anlamda Mülksüzler’de ötekinin kurgulanması ve ötekileştirme eylemi, fikirsel ve mekânsal olarak, sahiplik/yoksunluk ve buradan hayatın her noktasına sızan eşitsizlik/eşitlik-özgürlük fikirleri üzerine kurulur.

Ursula, farklılıkların mutlak benzeşmezlik olarak algılandığı evrenlere basit ama güçlü bir eylem önerir; diyalog kurmak. Farklı grupları öteki olarak empoze eden mutlak benzeşmezlikler fikrini yok etmek ve bu farklılıklar ile eşit beraberlikler kurabilmek, ancak öteki ile tanışarak, onu tanıyarak gerçekleşebilir. Bu tanıma imkânı da iletişim, iletişim araçları ve iletişimin önemli bir şekli olan diyalogla mümkün olur. Ursula’nın romanlarındaki diyalog fikrinin vurgusu, hem konuşmayı hem dinlemeyi içeren, “çift taraflı bir işlev olan” konuşma eylemidir, çünkü konuşmak Ursula için “paylaşmaktır, birlikte yapılan bir sanattır.” Özneler arasında, paylaşmaya dayalı gerçek iletişim de ancak konuşmanın/dilin bu çift yönlü fonksiyonu (konuşma ve dinleme) hayata geçirilebilirse mümkün olacaktır.

Tanı(ş)mak/bilmek için iletişime, iletişim aracı olarak dile, bilgiye, kitaplara ama en çok da diyaloğa ihtiyacımız vardır. Bunu Ursula Mülksüzler romanında Doktor Shevek ile bize anlatır. Shevek, Urras’lılarla ilgili her şeyi okumaya başlar onları tanımak için. Yazarın bize Shevek ile söylemek istediği iki temel fikir vardır. Birincisi, düşünceye dairdir ve Ursula’nın dediği gibi “Düşüncenin doğasında iletilmek vardır: yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek…”. Bu bağlamda yazarın vurgusu iletişim ve paylaşmak fikirlerinin önceliğinedir. Shevek’in iletişim çabasının ardındaki diğer etken ise ötekini tanımak/bilmek arzusudur. Shevek’in sözleri bu anlamda önemlidir: ‘’Biz sizi görmezlikten geliyoruz, siz de bizi. Siz bizim tarihimizsiniz. Biz belki sizin geleceğiniziz. Öğrenmek istiyorum, görmezden gelmek değil. Gelmemin nedeni bu. Birbirimizi tanımalıyız. İlkel insanlar değiliz. Ahlakımız artık kabile ahlakı değil, olamaz. Bu tür bir görmemezlikten gelme yanlış, yanlışlıklara yol açar. Bu yüzden öğrenmeye geldim.’’

Burada anlatılan, ötekini tanımanın yanı sıra ötekiyle ilişkide bir seçim olabilecek kayıtsızlığa da bir başkaldırıştır. Ötekine yokmuş gibi davranmak mutlak benzeşmezlik fikrini bertaraf etmeye yaramaz. Diyalogsuzluk asla bir çözüm olamaz. Kayıtsızlıktansa diyalog kuran bireylerin birbirlerini nasıl tanıdıklarını bu romanda çok başarılı bir şekilde okuyoruz.

Shevek, yavaş yavaş Urras’ı ve Urras’taki benzeşlerini tanırken, Urras’lılar da Shevek sayesinde bozulmuşluğun, ilkelliğin, yozlaşmışlığın temsilcisi olarak gördükleri Anarres’i ve anarşizmini keşfederler. İşte koşulsuz birlikteliğin ve diyalogun bizi getireceği nokta tam olarak burasıdır. Ursula tüm farklıklarımıza rağmen politik bir bakış açısını da katarak aslında benzer olmadığımıza bizi ikna eden özellikle milliyetçi ve devletçi politikalarla beyin yıkayan politikacıların birer şeytan olduklarını da kendine has diliyle anlatırken bizi de eğer bu konuda eksik isek sorgulamamız için de bir fırsat vermiş oluyor.

Ursula K.Le Guin’in ütopyası geçmişi, şimdiyi, geleceği, olanı, olması gerekeni araçları ve amaçları en keskin hatlarla birbirinden ayırmayı reddetmesi bakımından diğer ütopyalardan farklıdır. Dili, diyaloğu ütopyacı ideallerindeki gökyüzündeki yıldızlar ya da ufukta yelken açtığımız bir nokta gibi değil, sürekli döndüğümüz ve hep var olan evimiz gibi anlatır.


Kaynakça

1. Le Guin, Ursula (1997): Mülksüzler. Çev. Levent Mollamustafaoğlu. İstanbul: Metis Yayınları.

2. Hay, J. (2021). Utopia’s Extinction: the Anthroposcenic Landscapes of Ursula K. Le Guin. Messengers from the Stars: On Science Fiction and Fantasy.

Paylaş:
Default image
Volkan Arslan