En kara günahları işletecekleri zaman şeytanlar,
Bunu önce sevap diye yutturmaya kalkarlar[1].
Mitler; bir kişi, olay ya da yer hakkında, mitin parçası olduğu kültürün sahiplenicileri tarafından benimsenmiş popüler düşünce ya da hikayeler şeklinde tanımlanabilirler. Mitler, tarihsel varoluşları insanlık tarihiyle birlikte başlatılabilecek kadar eski yaratılardır. Bir kahramanlaştırma öyküsü etrafında şekillenen mitler, eski çağlarda yaşam, ölüm, tanrılar gibi temel odak noktaları etrafında şekillenmişken çağdaş toplumlarda aile, başarı, bilim gibi konular mitlerin temelini oluşturmaktadır[2]. Mitler toplumsal olarak güçlüdür ve toplumları etki altına alma kabiliyetleri yüksektir. Bunun nedeni, mitlerin toplum tarafından yaygınca kabul görmüş değerlere ve geleneklere dayandırılmasıdır[3].
Mitleri kullanışlı kılan da tam olarak budur: toplumları etki altına alma kabiliyeti. Mitler bir olayı da kahramanlaştırabilir, bir kişiyi de, hatta yeri geldiğinde bir şeyi de. Bu kahramanlaştırma büyük çoğunlukla merkezinde bulunan kahramanın kutsallık mertebesinde yükseltilmesine kadar varır. Böylece mitler devreye girdiğinde odak noktası olayın bütününden, mücadeleden, ya da yeri geldiğinde bir faciadan tamamıyla kahraman addedilen ögeye kayar. Toplumsal gücü ve işaret edilene odaklama yeteneği sayesinde bu kahramanlık hikayeleri, iktidarların alet çantalarının baş köşesinde bir hipnoz sarkacı olarak kendilerine yer bulur. Bu anlamda mitler, muktedirin gerek kendi toplumsal yaklaşımlarını yönetilene empoze etmeye gerek hatalı politikalarının üstünü örtmeye yönelik yaratılan imgelemlere dönüşmüşlerdir. Bu yöntem, totaliter iktidarların otoritelerini tesis etmek ve sağlamlaştırmak amacıyla yürüttüğü estetik politikayı oluşturmuştur. Sartwell’in de söylediği gibi politika tamamıyla estetiktir. Onun tam merkezinde yer alan siyasal ideolojilerden kurumlara kadar her şey, rejimin estetiğidir[4]. Bu bağlamda mitler; totaliter rejimin, yahut totaliter estetiğin, temel ögesi olarak konumlanmışlardır.
Totaliter iktidarlar, kendi estetiği çerçevesinde ürettiği mitleri yaygın şekilde kullanır. Buna yönelik verilebilecek en belirgin örnekler, Mussolini İtalya’sı ve Nazi Almanya’sı olarak karşımıza çıkacaktır. Nazi rejiminin Germen kırsallarına ait ırkçı-milliyetçi mitlerle yaptığını, Mussolini İtalya’sı faşist erkeği meydana getirecek Roma geleneklerini araçlaştırarak yapmıştır. Yöntemlerde görülen bu minimal düzeyde farklılığa rağmen iki anlayışın da amacı, hükmedilenlerin gözünde iktidarın hakimiyetini tesis etmektir[5]. Ancak hiçbir totaliter iktidar için, yönetilenler üzerindeki siyasi hegemonya yeterli değildir. Böylesi rejimler, karşıt sesleri barındırabilecek bütün ortamlara nüfuz etmek ve böylece kültürel hegemonyasını da kurmak isterler. Dolayısıyla rejim eliyle dolaşıma sokulan kahramanlık öykülerine günlük hayatın ya da kültürel varoluşun herhangi bir köşesinde denk gelmek mümkündür. Mitlerin günümüzde ölüm ve yaşam gibi daha tinsel konulardan aile, bilim gibi insani konulara yönelmesinin temel sebebi de kültürel hegemonya kurmadaki bu kullanışlılığıdır.
İktidarların bu pratik araçlarını kullanış gerekçelerini iki zeminde incelemek mümkündür. Kimi zaman kendisine çevrilen oklara karşı, bir kahramana sahip olmanın sakinleştirici dürtüsünü kalkan olarak kullanan iktidar, uzun vadeli genel bir dil ve söylem oluşturma gayesini de, Nazi Almanyası ve Mussolini İtalya’sı örneklerinde de görülebileceği üzere, mitler ve onun merkezindeki kahramanlar örgüsünde şekillendirir. Ancak her ikisinde de iktidarın yönetilenlere ulaşmak adına kullandığı araç, Althusser’in “devletin ideolojik araçları” olarak adlandırdığı kitle iletişim araçlarıdır[6]. Kültür endüstrisi atlarını istedikleri yöne koşturan medya oluşumları, mitleri şekillendiren ve “ambalajlayan” oluşumlardır[7].
Uzun vadeye yayılan ve yönetilen kitlenin anlayışına nüfuz etmeyi ve onu değiştirmeyi amaçlayan politikalara verilebilecek en belirgin örneklerden biri, kadınlar üzerine kurulmaya çalışılan egemenliktir. Erkek egemen bir devlet tesis etmek için kitle iletişim araçları aracılığıyla sıklıkla başvurulan yöntemler, aile mitleştirmeleridir. Bu mitleştirmelerin temelinde, kadına yüklenen kutsal bir annelik misyonu yatar. Bu mitler; kadını doğası gereği daima şefkatli, zarif ve anaç yansıtır. Bu mesajların arkasında yatan tehlike, mesajın yanlış ya da doğru olması değil mesajın kırılmasını amaçladığı direniş hattıdır. Bu tehlikeyi anlamak için Foster’ın “Kültürel Direniş” başlıklı yazısında çerçevesini çizdiği burjuvazi pratiklerini incelemek yeterli olacaktır. Nitekim mevzubahis burjuvazi kültür pratiği, bir mesajı yahut bir gelişmeyi, merkezinde yer alan söylemden saptırarak bambaşka bir bağlama taşıyabilir. Bunun temel amacı, söylemi tabiri caizse bir evcilleştirme sürecinden geçirmek ve bunun ardından kitlesel dolaşıma sokmaktır[8]. Bir erkek sporcunun yaptığı işi vatan savunması olarak yansıtırken bir kadın takımından söz ederken daima zarafet ve güzellik vurgusu yapılması, kadına yüklenen bu özelliklerden kaynaklanmaktadır. Zira zarif, şefkatli ve anaç olan kadına güçlü ve başarılı nitelemeleri uygun görülmez. Böyle bir yakıştırma, muktedirin kurmak istediği iktidar anlayışına zeval getirecek olmasından dolayı zararlıdır.
Uzun vadeye yayılan sonuçları bulunan bu ve benzeri söylem pratiklerinin yanında, gündelik çareler olarak başvurulan mitler de yine totalitarizmin estetik çabasının bir parçasını oluşturur. Bunun örneğini sancılarını bir yıldan fazladır yoğun şekilde hissettiğimiz pandemi dönemi boyunca sağlık çalışanlarının kitle iletişim araçlarınca halka sunuluş biçimlerinde görmek mümkündür. Zira yönetilenlere sunulan gerek yazılı gerek görsel basın ögeleri, sağlık çalışanlarının pandemide üstlendiği görevi destansılaştırarak bir mite dönüştürmüş ve böylece bu topluluktan bir kahraman yaratmıştır. Bu mit de yine burjuvazi pratikle sağlık çalışanının yaptığı sağlığına kavuşturma fonksiyonunu süper kahramanvari bir şekilde hayat kurtarma mertebesine yükseltmiş, sağlık çalışanının giydiği pelerinin arka planında sahip olduğu insancıl gereksinimleri yok sayma yoluna gitmiştir. Bu şekilde bir bakıma kitle iletişim araçları, Hollywood sinemasının Vietnam Savaşı’nın ardından yaptığı gibi sağlık çalışanlarından bir Rambo yaratmıştır. Kahramanlık hikayeleri sonucunda sağlık çalışanları tek başlarına bir savaşın ortasına atılan kahramanlar olmuş, dolayısıyla dinlenmeye ihtiyaç duyamaz, uzun çalışma saatlerinden ve yorgunluktan şikayet edemez hale gelmiştir. Sağlık çalışanı kahramanlaştırılırken, onu temel haklarından yoksun bırakan muktedir hedef oklarının üstüne çevrilmesinden ustaca sıyrılmıştır.
Ranciere, Estetiğin Huzursuzluğu adlı eserinde estetik söylemin, söylemin bilgisine sahip olanla olmayan arasında bir ayrım yarattığına işaret etmektedir. Çünkü estetik söylem, seyircinin eserle saf biçimde karşılaşmasının önünde bir engeldir[9]. Muktedir, kitle iletişim araçları ile kendi kültürel pratiklerine hizmet edecek söylemleri gündemde tutarken kendi politikalarının mağdurunu yalnızca bir kahraman olarak hatırlarda bırakması ise işten bile değildir. Bu yöntemle iktidarlar, hem kültürel hegemonyalarını inşa etmiş hem de sorumluluklarından sıyrılmış olurlar. Mitler bu yüzden totaliter iktidarların estetik yaklaşımlarının temelini oluştururlar ve kahramanlar bu yüzden totaliter iktidarlar için daima iyi ki vardır.
Kaynakça
[1] Shakespeare, W. (2008). “Othello”. Sf.57. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
[2] Şeşen, E. (2018). Yazılı Basında İmgeler, İkonlar, Mitler ve Deniz’ler. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 97–116. https://doi.org/10.31123/akil.438529
[3] March, Jenny (2014). Klasik Mitler. Çev. Semih Lim. İstanbul: İletişim.
[4] Sartwell, C. (1999). Edepsizlik, Anarşi ve Gerçeklik. (A. Yılmaz, Özge Sedef, & Türkmenoğlu Sibel, Trans.). Ayrıntı Yayınları.
[5] Caprotti, F. (2020). Faşizmde Gösteri ve Estetik Politika. (S. Yılmaz, Trans.). e-skop. https://www.e-skop.com/skopbulten/fasizmde-gosteri-ve-estetik-politika/5864.
[6] Althusser, L. (2017). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. (Tümertekin Alp, Öz Ahmet, & E. Sarıkartal, Trans.). İthaki Yayınları.
[7] Kniazeva, Maria and Belk, Rusell W. (2010). “Supermarkets as libraries of postmodern mythology.”
Journal of Business Research. 3(7): 748-753.
[8] Foster, Hal (2008). “Kültürel Direniş.” Sanat/Siyaset: Kültür Çağında Sanat ve Kültürel Politika. Ali
Artun (der.) içinde. İstanbul: İletişim. 129–193.
[9] Rancière Jacques. (2014). Estetiğin Huzursuzluğu: Sanat rejimi ve politika. (Kılıç Aziz Ufuk, Trans.). İletişim.