Dorian Gray’in Portresi’nin Psikanalitik İncelemesi

Dorian Gray’in Portresi, Oscar Wilde’ın kendisini roman yazamazsın diyerek aklınca aşağılayan entelijans güruha adeta bir meydan okuma şeklinde yazdığı ilk ve tek romanı. Wilde bu romanında birçok psikolojik öğeyi edebi bir üslubuyla harmanlayarak bir başyapıt ortaya koymuştur. Bu kitabıyla Wilde, edebi yönünün yanında ayrıca psikolojik anlamda incelenmek için muhteşem bir eser yaratmıştır.

Yazar, cinsel kimliğinden ötürü yaşadığı çağ olan Viktorya çağında çok ağır eleştirilere ve yaptırımlara maruz kalmış, o zamanlarda eşcinsellik yasak olduğundan zindanlara atılmıştır. Ne yazık ki Dorian Gray’in Portresi gibi bir yapıt da Wilde’a çok pahalıya patlamıştır. Tabii bu tutum Oscar Wilde’ı durdurmamış ve Viktorya çağının tüm ahlaki ikiyüzlülüğünü muhteşem bir kurguyla gözler önüne sermiştir.

Aslında bu romanda bir kurgudan çok, Wilde’ın kendisini temsil ettiğini düşündüğüm kişilik çatışmalarının olduğunu da söylemek mümkün. Kendisi de bu konuda; “Basil Hallward, olduğumu sandığım kişidir. Lord Henry, insanların ben sandığı kişidir, Dorian ise belki başka çağda benim olmak istediğim kişidir.” sözlerini söylemiştir. Yani bu romandaki üç karakter aslında Freud’un psikanalitik kuramında kişiliği oluşturan üç temel yapıdır: ego, süperego ve id. Lord Henry ego, Basil Hallward süperego, Dorian Gray ise iddir. Id (Dorian Gray) dürtüsel, ilkel, haz odaklı, süperego (Basil Hallward) ise ahlaki olan yönümüzdür. Süperego toplumsal kullara göre hareket etmemizi sağlar, rehberlik eder Ego (Lord Henry) gerçeklik ilkesidir fakat çoğu zaman idden gelen dürtülerin uygun zaman ve yerde tatmin edilmesine izin verir.

Tüm bu bağlamda romanı tekrar ele almak gerekirse, Dorian Gray’in pek iyi geçtiğini söylememizin mümkün olmadığı mutsuz bir çocukluk döneminden sonra kişiliğinin sert bir değişim geçirdiğini, yaşadıklarına ve hayatındaki insanlara karşı çok duyarsız bir konuma geldiğini söylemek olasıdır. Dorian Gray’in karakterindeki bu değişimin sebebi çocukluğunda yatan olumsuz anılardır. Freud’un psikanalitik kuramı açısından bakıldığı zaman Dorian’ın yaşamının her evresinde geçmişin olumsuz izleri görülmektedir. İlgisiz bir ortamda büyümesi zamanla onun diğer insanlara karşı da böyle ilgisiz bir tutum sergilemesine yol açmıştır. Kahramanın kendi statüsünden aşağıda bir tiyatro sanatçısı olan Sibyl Vane’e aşık olması ve onu hayatının merkezine kabul etmesi, onu hayatının anlamı olarak görmeye başlaması sevgiye olan açlığını göstermektedir. Ancak daha sonra yine yaşamının olumsuz yönlerinin ağır basması ile bunun tam tersi şekilde ilgisiz ve katı davranarak kendini sevgiye karşı kapatması Freud’un ‘’bilinçaltı’’ kavramının açığa çıkması ile açıklanabilir. Dorian Gray’in portresine Freud’un penceresinden bakmak için Paul Bloom’un Freud üzerine anlattıklarına göz atmakta fayda var:

“Freud ilk çalışmalarında ruhsal hayatın iki bölümden oluştuğuna dair inancını açıklamıştı: bilinç ve bilinçaltı. Bir buzdağının görülebilen parçasına benzeyen bilinçli bölüm, küçük ve önemsizdir. Tüm kişiliğin görünen, ama yüzeysel yönünü gösterir. Geniş ve güçlü bilinçaltı tüm insan davranışlarının arkasındaki dürtüsel güç olan içgüdüleri kapsar.

Freud daha sonra bu basit bilinç-bilinçaltı ayrımını gözden geçirerek ve zihinsel aygıtın yapıları olan id, ego ve süperegoyu ilk kez ortaya koymuştur. Freud’un daha önceki bilinçaltı kavramına karşılık gelen id, kişiliğin en ilkel ve en az ulaşılabilir bölümüdür. İdin güçlü etkileri arasında cinsellik ve saldırganlık içgüdüleri gelir.”

“İd gerçekten haberdar olmadan denetimsizce ister; ego gerçeklikten haberdardır, gerçekliği kavrar ve onu yönetir, çevreyi dikkate alarak idi denetim altına alır. Ego Freud’un gerçeklik ilkesi dediği ilkeye göre işler. Süperego insan hayatının yüce yanları olarak tanımlanan şeyleri zihinsel olarak mümkün olduğunca fazla kavrayabilmemizdir. Süperegonun id ile bir çatışma içinde olduğu açıktır.”[1]

Bu noktada bilinçaltı kavramını yeniden değerlendirmek de verimli olacaktır. Freud ve psikanaliz esasında bilinçaltıyla değil bilinçdışıyla ilgilenir[2]. Bilinçaltı unsurları bilincin kapsama alanı içindekilerdir, kişinin dikkatini yoğunlaştırmadığı anlardaki algılardır. Kontrollü şekilde yeniden çağırılabilirler. Bilinçdışı ise bilincin kontrolünün dışındadır. Nevroz hali bilinci aşan birtakım süreçleri işaret eder. Doalyısıyla, Freud’un büyük bir yenilik olarak sundukları bilinçdışının keşfiyle ilişkilidir, bilindik yollarla kontrol edilemez olanları irdelemeye yönelir Freud. Metnin geri kalanı için bu değerlendirmenin akılda tutulması faydalı olacaktır. Faydalanılan kaynaklarda bilinçaltı kelimesi tercih edilmişse de bu metindeki değerlendirmeler esasen bilinçdışıyla ilişkilidir.

Tekrar romana dönecek olursak, Dorian’ın çok yakın iki arkadaşı vardır. Bunlardan biri ressam olan Basil Hallward’tır. Basil Jung’un kişilik tiplerine göre içe dönük kişilik tipi özelliğini gösterirken, diğer arkadaşı Lord Henry’de ise Basil’in tersine dışa dönük kişilik özellikleri görülür[3]. Eğlenceyi seven bir yapıya sahip olması, girdiği her ortamda arkadaş edinmesi, partilerde çok sık bulunması dışa dönük bir kişilik tipine sahip olduğunu göstermektedir. Hayata, olaylara ve insanlara karşı çok umursamaz tavırları vardır ve bu tavırları Dorian’ı etkileyerek ona farkındalık kazandırmıştır. Gray’in kişilik değişiminin başlangıcını oluşturmuştur. Zamanla Gray de Lord gibi dış dünyaya karşı umursamaz bir tavır içine girmeye başlar ve olayların nedenini hep karşı tarafa yükler.

Lord Henry ile karşılaştığında yirmili yaşlarında olan ve henüz kişiliği tam olarak oturmamış olan Dorian, Henry’nin etkisi altında kalmasıyla onun düşüncelerini benimser. Dorian Gray’in kadın düşmanı gibi görünmesinin sebebi de kendisidir. Lord Henry’nin kadınlara bakış açısı, o dönemin kadına bakışını göstermektedir. Kadınların değersiz, yeteneklerden yoksun olarak görülmesi ve erkek üstünlüğünün kabul edilmesi Karen Horney’in kadın psikolojisine ait kuramında göze çarpmaktadır[4]. Horney’e göre erkekler bazı özelliklerinden dolayı kadınları kıskanmakta ve bu nedenle sürekli kadınları aşağılamaya çalışmaktadırlar. Horney kadınların bu şekilde ikinci sınıf görülmelerinin nedeninin biyolojik olarak yetersiz oluşları değil kültürel olarak maruz kaldıkları kısıtlamalar olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle insanların Oscar Wilde’ın eşcinsel olduğu ve dönemin dinamikleri içinde bu statüsü yüzünden acılar çekmesinden dolayı kadınlardan nefret ettiğini düşünmesi aslında çok yanlış bir bakış açısıdır.

Dorian Gray’in portresini yapan Basil’i öldürmesi ise zaman geçtikçe kendisinin yaşlanıp portresinin genç kalmasından kaynaklıdır. Dorian Gray’in zamanla yaşadığı kötü olaylardan dolayı portresindeki eski güzelliğini kaybettiğini ve her geçen gün daha da çirkinleştiğini görmesi onda bu portreyi yapan ressama karşı bir öfke oluşmasına neden olur. Sonunda saldırganlık içgüdüsünün etkisiyle ressamı öldürür.

Ölüm içgüdüsünün önemli bir türevi saldırganlık dürtüsüdür. Bloom, ”Freud’a göre saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir. İnsan diğer insanlarla savaşır veya onlara karşıt davranışlar geliştirir. Ölüm içgüdüsü dışa dönüktür ve diğerlerine saldırmak şeklinde dışa vurulur. Ölme isteği bilinçaltında kalır.” demiştir.

Ancak zaman içinde vicdanı Dorian Gray’i rahatsız etmeye başlar, sürekli zihninde bu olayın görüntüleri canlanır ve uyuduğu zaman bu görüntülerle uyanır. Freud’a göre bu, bilinçdışına atılan olumsuz düşüncelerin rüya sırasında bilinç düzeyine çıkmasıdır.

Özetle Oscar Wilde’ın bu başyapıtında İd, Dorian Gray’in en baskın tarafıdır ve bu olay nevrotik bir kaygı oluşturmuştur. İdin tehlikeli dürtülerinin ego tarafından kontrol edilemeyeceği ve kabul edilemeyen bu dürtülerin bilinç düzeyine ulaşacağına dair tehdide karşı verilen duygusal tepkiler nevrotik kaygıdır. Nevrotik kaygı, egonun içgüdüsel dürtülerle mücadelesinde başarısız olacağı ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olumsuz sonuçlara ilişkin yaşanan kaygıdır.  Jung’a göre orta yaş döneminde yerine getirmemiz gereken gelişim görevi, herkesin kabul ettiği düşüncelerden daha az etkilenmek, bunun yerine bu bilinçdışı güçlerin kendilerini ifade etmelerine izin vermek ve bunları bilinçli yaşamımızla bütünleştirmektir. Dorian Gray ise bunun tam aksini yaşar, kişiliğindeki sonsuz kaosun sebebi de budur.

Kaynakça

[1] Bloom, P. Psikolojiye Giriş 03: Temeller – Freud. Lecture, Yale University.

[2] Tura, S. M. (2010). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz. Kanat.

[3] Jung, C. (2003). İnsan ruhuna yöneliş. Say Yayınları.

[4] Horney, K., (1999). Kadın psikolojisi. Öteki Yayınevi.

Paylaş:
Default image
Volkan Arslan