Ukrayna’daki Savaş Üzerine Notlar 2/3

Ukrayna’daki Savaş Üzerine Notlar 2/3
27 Nisan 2022 Çarşamba, Alain Brossat

3- Diyeceğim tuhaf görünebilir ama, şimdinin ontolojisi açısından bu fikri savunmaya tamamen hazırım, Rusya ve Ukrayna arasındaki çatışmanın tarihi, kültürel ve siyasi arka planı hakkında mümkün olduğu kadar kapsamlı bilgi ve kavrayışa sahip olmak bu durumda, bizler için, yani hiçbir yerin vatandaşları için, asıl mesele değildir. Bu sıradan bir toprak, nüfus ve dil anlaşmazlığından ziyade ders kitaplarında söylendiği gibi “Ukrayna, Rusya’nın beşiğidir” klişesiyle özetlenen asırlık bir anlaşmazlıktır [i]. Bu anlaşmazlığın resmini eski ve yeni her türlü tarih, referans ve anı ile doldurduğumuzda, mevcut durumu ve bu savaşın ardındaki gerçek nedenleri kavrama konusunda kati bir ilerleme kaydetmiş olmayacağız. Eğer yalnızca farklı anlatma biçimleri aracılığıyla var olduğu söylenebilecek bir nesne varsa o, dışarıdan bakan gözlemcinin yolunu bulmakta zorlanacağı çetrefilli bir arbede içindeki anlatım biçimleridir.

2014 yılındaki, Yevromaydan hareketini konu alan yalnızca birkaç filme baktığınızda, olayla ilgili herhangi bir gerçeği bilmenize imkân vermese de en azından akıllı bir gözlemci misali, sahtekarlığı ve manipülasyonları nasıl tespit edebileceğinizi kavrarsınız [ii]. Dışarıdan bakıldığında yapabileceğimizin en iyisi, anlaşmazlığın kaya gibi sertliğine parmakla dokunmaktır -her ne kadar bu, bugünün anlaşmazlığı üzerine bir şey açıklamasa da olayların neden beş yıl ya da on yıl önce de değil de tam da bugün patlak verdiğini açıklıyor.

Mademki herkesin bilgince/bilimsel referans yapabilmesi için bu gerekli, işte bir ipucu: 1943 yılında, daha Sovyet Ordusu ülkenin topraklarını kurtarmayı başarmamışken, Sovyet sinemasının ilk kuşağının en büyük isimlerinden biri olan Aleksandr Dovjenko Ukrayna Alevler İçinde & Sovyet Ukrayna’sında Zafer (Ukraine in Flames & Victory In Soviet Ukraine) isimli belgesel filmin son dokunuşlarını yapıyordu [iii]. Esas olarak Sovyet ordusunun [iv] kameramanları tarafından çekilen savaş görüntülerinin lirik ve propagandacı bir montaj şeklinde oluşturulan bir film, Alman işgalinin dehşetini, yakılan köyleri, katledilen sivilleri, kadınların ızdırabını öne çıkarıyor ve aynı zamanda, köylülerin, askerlerin, köylü-askerlerin, proleter-askerlerin yüzlerinden yapılan resim koleksiyonuyla bir halkın direnişini yüceltiyor -tabii ki memurların gücünü, madalyalı generalleri ve devlet adamlarını, her zaman her yerde olan titretici (ülkenin çocuğu) Kruşçevi -çenesine kadar yıldızlarla dolmuş ve üniformalı- ve bir onun kadar istilacı Zaferin babası Stalin’e -her türlü şekil ve sosta- övgüleri de unutmadan… Bu Sulpist filmin, Yahudilerin Almanlar ve yerel müttefikleri tarafından nasıl yok edildiğinden, savaştan önce Ukrayna halkının çektiği zorluklardan -özellikle 1930’un başında çekilen büyük un kıtlığından bahsetmesini beklemek boş bir söz aramaktan fazlası değildir, bu baştan sonra aşırı Stalinci film Sovyet devletinin tepesinden gelen bir emirle “Ukrayna milliyetçiliği” yaptığı gerekçesiyle yasaklandı. Filmin tek kusuru ki gayet büyük ve affedilemezdir, sonunda Ukrayna’yı Sovyetler Birliği’nin bir parçası değil de bir tikel olarak görmesidir; nihayetinde eğer Kruşçev Rusça konuşuyorsa köylüler de Ukraynaca konuşuyorlardı.

Bu da dünyanın lirizmidir, Dovjenko dünya sinema tarihine adını bu filmle yazdırmıştır [v]. Ukrayna Alevler İçinde ile Ukrayna topraklarının ve sakinlerinin Alman işgali ve savaşın getirdiği felaketler tarafından şehit edildiği filminin trajik bir devamını yapmaya çalıştı. Ancak, bu hoyrat bir efendinin, bir işgalcinin, bu ülkeye zorla yaşattığı acıları çağrıştıran ve her şeyin birden çok bilinç altı mesajı verebileceğini bilen Stalin ve güruhu için çok fazlaydı. Bitti, işte Ukraynalı olan Dovjenko’nun filmi!

Ukrayna-Rus anlaşmazlığının dipsiz derinliğini belgeleyen hikayeler kümesine eklenen bu küçük taş, bugünkü olaylara çok az ışık tutuyor, kavrayışları işleri için neyin önemli olduğu o kadar açık ki, -bu silahlı krizi fazlaca yöneten çatışmanın global yapısının ya da tam tersine bugün antagonizmin açık olduğu ve bu savaşın bir mikro kozmosunun da bu olduğu bilgisidir. Uzaktan, Ukrayna’daki mevcut savaşın en bunaltıcı tarafı, bir bütünün parçası olduğu açıkça aşikâr olan yapısı, onun açılış ve tahmin gücü, günümüzdeki diagnostik ve prognostik işaret olan yapısı -kısacası, bize duyurduğu ve vaat ettiği her şey (dediğimiz gibi; e söz vermiştin!)

Bu krizin özeti farklıdır, bir tek emsalsiz ilkenin altında kapatılmış bir dünyada kendini bulan bir çıkmaz olarak bulur, bir güç(ler) bloğunun ve özel çıkarların kesiştiği bir üniversalist norm altında kendini bulur. Direkt duvara toslatan şey, bir-Tek’in değişken geometriye -ki bu evrensel fasetli figür kimi zaman Demokrasi, kimi zaman “özgür dünya”, kimi zaman “değerler” (özgürlükler, insan hakları), bazen Batı ancak aynı zaman da -savunmacı olduğu kadar da saldırgan olan askeri birlik- NATO’nun toprakları- ve çoklu yüzlere duyduğu hayranlıktır. Ancak bu maskelerin altında, kendisinden farklı olanı, kavrayışının dışında duranı, ona direneni, ona karşı çıkan her şeyi aşağılama arzusu hep baki kalır. Çağdaş demokrasinin emperyalist evrenselciliği ötekiliğe, her türlü ötekiliğe karşı tamamen alerjiktir; bu da her türlü farklılığın ya da karşıtlığın onun için bir düşman figürüne dönüşmesi gibi otomatik ve kaçınılmaz bir etkiye sahiptir. Ve bu zihinsel inşada düşman sadece yerde değil, aynı zamanda değerlerin en üst yerinde de olduğundan, onurlu bir hasım değil, ancak bir suçlu olabilir. O halde, NATO’nun kartı ilk oynayan olmasının Rusya için bir savaş sebebi olacağını birçok kez deyip ve tekrar ettikten sonra Ukrayna’da piyanlarını ilerleten Putin, Kiev’de iktidarda olanların ülkelerini her zamankinden daha fazla Batılı (Atlantikçi) bir cepheye çekmeye çalıştıkları bir bağlamda, bunu yaparak yalnızca bir savaş suçlusu ve insanlık düşmanı, bir an önce tahtan indirilmesi gereken bir despottan fazlası değildir. (Biden)

Oysa bu erdemi, bu ilkeleri, bu kırılmaz demokrasiyi, bu değerleri temsil edenler her türlü İmparatorluk dönemi suçlarıyla dolu tarihleri boyunca en küçük suçu bile kabul etmemişlerdir ve hatta herhangi bir uluslararası yargı önünde hesap vermeyi de kabul etmemişlerdir.

Bu anlamda, Ukrayna’daki savaş Tarihin mutlu sonu ve Akıl’ın iktidarı söylemleriyle dünyanın demokratikleşmesini destekleyen varsayımların sonunda paramparça olduğu engeldir. Putin, yukarıda belirtilen tüm bu nedenlerden ötürü, hiçbir şekilde bir dost ya da bir müttefik olarak bilinmeyecek, ama en azından Ukrayna’daki korkunç kampanyası bir uyanış etkisi yaratıyor ve gerçeğe döndürüyor: Dünyanın demokratikleşmesinin uyurgezerlerine, fantazmagonilerini destekleyen sonsuz varsayımıyla şunu hatırlatıyor, yalnızca insan gücü, kendi uzamında, başka bir insan gücüyle çarpışarak biter, öteki ve muhaliflik olmadan ne Tarih ne de siyaset vardır. Putin her türlü zaten bir hayduttur, ancak bizi en şehvetli rüyalardan uyandırıp gerçeğe döndüren alarm zilinin de ta kendisidir- kalkıp günün yükümlülükleriyle yüzleşmemiz gerekecek.

Çağdaş demokrasi teodisesinin “büyük anlatıcıları” tarafından yürütülen dünya anlatısı, bugünü bir noir ya da western romanı gibi anlatmaktır – iyilerle, adalet aşığı olan haksızlıklara son veren polislerle, iyi ve tarafsız yargıçlarıyla ve kötü adamlar, sadist suçlular, sapık tecavüzcüler ve diğer seri suçlularla dolu bir birlik. Günümüzün anlatısının bu ahlakçı çocuksuluğu, bu masalın ve dayanaklarının meşruiyetinin çöküşünü mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır- hegemonya ve değerlerin evrenselliğinin dayandırıldığı çakışma. Masalın biraz yol alması için, temel koşullardan biri, şerifin, adalet sağlayanın, polisin belli bir tavra, bir ağza sahip olması gereklidir. Ama ne, ne zaman şerif düpedüz haydutlaşır (Trump, birden fazla Clint Eastwood filminin önceden yaptığı gibi) ya da bunaklaşır (Biden)? Buradaki çifte bağlantı açıktır ve Ukrayna’daki savaşın örnek niteliğini bulduğu durumun anahtarını sağlayan da bu bağlantıdır: Tarihteki Akıl işaretinin altına yerleştirilen emperyalist evrenselci dünyanın demokratikleşmesi masalı her tarafa sızdıkça, Batılı güçler tarafından uygulanan güç oyunlarında ve anlatıların uydurulmasında (propaganda) zorlamalar ve saldırganlık eylemleri daha da artmaktadır – dinlemiyor, ne sağa ne sola bakıyor, dümdüz ilerliyor İlahi demokrasinin görünmez elinin itmesiyle…

Batılı yöneticilerin ve onlardan ayrılmaz olan her türden elitin zihninde, tüm biçimleriyle bölünmenin evrenselliği bilgisinin yerini alan şey, kapalı bir bütünlüğe, kuşatmaya yönelik bütüncül tutkudur – ki o da Tarihin sonu ve insanlığın ahlaki ve siyasi ilerlemesinin tamamlanması olarak gezegenin tamamen demokratikleşmesi olarak görmektir [vi]. Bölünmenin inkâr edilmesine ve bu zorlamanın içinde yaşadığı ve harekete geçirdiği kişilerin imparatorluğunun sınırlarının varlığına dayanan bu kuşatma fanatizmi, 20. yüzyıla musallat olan faşist fantazmagorilerle güçlü benzerlikler taşımaktadır. ABD savaş makinesiyle müttefik olan Batılı seçkinler şimdi gezegenin “tamamen-demokratik” bir biçimde kuşatılmasının hayalini kuruyor; tıpkı Nazi liderlerinin bir Alman Avrupası hayal etmesi ve imparatorlukları Atlantik’ten Karadeniz’e kadar uzanırken kendilerini bunu başarmaya çok yakın görmeleri gibi…

Değişen şey, bütünsel fantazmagorinin ölçeğidir: Nazi şefleri, küresel ölçekte kapanma hırslarını düşünecek zihinsel donanıma sahip değillerdi, Mihver’in Japon militarist-faşist ve yayılmacı rejimi ile kurduğu ittifak klasik bir askeri-stratejik ittifaktı, her iki taraf da kendi geniş alanında genişlemeye çalışıyordu; Üçüncü Reich liderlerinin bütüncül fantezileri, Pearl Harbor zamanında Japon militarist güruh gibi, daha fazlası değil, bölgesel, kıtasal ölçekte konuşlandırılmıştır. Günümüzün evrenselci emperyalist demokrasisi ise küresel ölçekte bir kuşatma hayali kurmaktadır. Bu aşağılayıcı varsayımın çıkmaz sokağında ne kadar dipe batarsa, polisle iş birliği, “otoriterlik”, acil durum ve istisna işareti gibi görünür ve dahası düşman retoriğiyle işlev görür. Bu durum, günümüzün demokratlarını, global Kuzey demokrasilerinin kaderlerini yönetenleri, oluşmakta olan bir demokratik faşizmin savunucuları olarak görmek için yeterli bir sebeptir. Trump’la günümüzün en uğursuz neo-faşizminin Amerika’daki demokrasinin önceden yazılmış parşömenine yazılmış olması anlamsız değildir.

Ancak Batı hegemonyacılığından ayrılmaz olan bu (özünde faşist) demokratik kuşatma hayalinin yeni olmadığını söyleyebiliriz. Öncülleri Hiroşima-Nagazaki’nin belirsiz felaketinde kolayca fark edilebiliriz: Japon militarizmi yenilmiştir, Amerikan Leviathan’ı bundan böyle dünyanın kendisine ait olduğunu bilir ve kuşatma hayali gölgesiyle birlikte zaten oradadır: Bundan böyle birlik (biz) mümkündür, her şeye izin verilmiştir. İlk nükleer şehir cinayetinin bir ihmal ya da kaza olmadığını teyit edercesine tekrarlanan atom eylemi tam da bu mesajı iletmektedir: Bundan böyle bize her şey için izin verilmiştir, dünya bize aittir ve o bizim şartlarımıza göre şekillenecektir -yani evrenselci emperyalist demokrasinin şartlarına göre. Bütüncül projenin uygulanması, kendi genişlemesine karşı çıkan ve dünyanın ABD imparatorluğu ve uygarlığı tarafından sömürgeleştirilmesine sınır koyan bir gücün, Sovyet süper gücünün güçlenmesiyle birkaç on yıl ertelenecektir. Bu ipotek kalkar kalkmaz, 1980’lerin başında Sovyet imparatorluğunun çöküşüyle birlikte, bütünsel proje tüm hızıyla yeniden canlandı ve şimdi onun tam genişlemesinin rehineleriyiz- rüzgâr, çıldırmış demokratik Tarih meleğinin kanatlarında bir fırtına gibi esiyor.

Özellikle tam da bu yüzden, günümüzün aydın diagnostiklerinden Boaventura de Sousa Santos şöyle yazmıştır: “Birinci Dünya Savaşı’ndan yüz yıl sonra, Avrupalı liderler yeni ve topyekûn bir savaşa doğru uyurgezer bir biçimde ilerliyor” (“yeni bir, topyekûn”). Eğer Ukrayna’daki savaş sınırlı ve yerel bir çatışmanın tam tersi, genel bir yangının (eninde sonunda III. Dünya Savaşı olarak adlandırılacak…) fitilinin ateşlendiği yer olabilirse, bunun nedeni tam da bizi yöneten uyurgezerlerin savaşa giden yolda bölünmesidir. Portekizli sosyolog, bu karşılaştırmayı Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle yapılıyor: Ağustos 1914’te, zamanın uyurgezerleri meselenin birkaç hafta içinde çözüleceğine ikna olmuşlardı. Dört yıl sürdü ve 20 milyon insanın ölümüne mal oldu…

Tuhaf ve gülünç olan şey, dünyanın bizim tarafımızda olan kısmında herkesin, Putin’in batağa saplandığı, itibarını yitirdiği, zayıfladığı ve kim bilir belki de siyasi bekasının tehlikede olduğu bir sürece girdiği gibi şimdiden çatışmadan ders çıkarmakla meşgul olmasıdır. Ancak bu, aynı zamanda savaşın, tam da Ukrayna’yı Rus despotunun yenildiği, aşağılandığı ve hırslarının cehaletine geri gönderildiği bir fedakârlık toprağı olarak gören anlatıcıların görmek istediği sınırlar içinde kaldığını varsayıyor. İşte burada tek taraflı ve otarşik bir hüsnükuruntunun sınırları; şu anda bu çatışmadan çıkan ilk gerçekçi ders, bu çatışmanın süreceği, hatta sonsuza kadar süreceği ve şu anda (eski Yugoslavya’daki on yıllık savaştan bile daha fazla) Avrupa’nın bir tarafında sürekli kangren olmaya ve genişlemeye açık iltihaplı bir yara olduğudur. Dahası, gerçekçi bir yerde, bu çatışmadan çıkarılacak ders, Ukrayna yönetiminin ülkesini çoktan dahil ettiği NATO entegrasyon sürecinin en hafif tabirle durmuş olduğudur; Ukrayna yarın “NATO sınırlarına” girmeyecek- ya da girerse, bu kez ABD’yi, müttefiklerini ve astlarını doğrudan Rusya ile çatışmaya sokacak bir savaş tırmanışı pahasına olacaktır.

Bu anlamda Putin’in giriştiği bu iğrenç operasyon dünyanın demokratikleşmesi pembe romanı ile uyuşturulan Batı kamuoyu üzerinde irkilerek uyanma etkisi yarattı; evet, şu anda yalnızca siyasi, ideolojik ve tarihsel bir ötekilik ve üç nükleer güçten oluşan Batılı askeri pakt bugünün anlatıcısı rolüne tek talip değil. Elbette yakın gelecekte, gerçeğe dönüş skandalının ortaya çıktığı kişinin şeytanlaştırılması devam ediyor ve şu anda global Kuzey demokrasilerinde görüşün yerini alan şey, Atlantikçilerin arkasında koşturmak ve en kötü delilikleri yutmaktır, Putin’i Hitler’le, günümüz Rusya’sını da Nazi Almanya’sıyla bir tutanlar da dahil olmak üzere, bugün Rus liderlerin ABD ve Batı Avrupalı liderlere karşı besledikleri şikayetin nesnel temellerinden birini oluşturan şeylere ,yani Nazi iktidarının yıkılmasında Sovyet devletinin oynadığı belirleyici rolü ve bu çetin sınav sırasında Sovyet halkının yaptığı fedakarlıkların boyutunu görmezden gelme ve egemen bir küçümseme, karşı çıkıyorlar:

Kısacası, bugün Ukrayna’da yazılmakta olan tarih sayfası, dünyanın demokratikleşmesinin tamamlanması ve buna karşı çıkan despotizmin son kalelerinin de dize getirilmesi için kimsenin ilahi demeye cesaret edemediği (ama uyuşturucu etkisi de olan) bir Tanrı’nın hükmüyle bugün, masal yazarlarının hayal ettiğinden biraz daha karmaşık olabilir. Bu masal her açıdan, onu bir çerçeveye oturtmaya çalışanların bunaklığının izlerini taşımaktadır. Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana resmi olarak sayılan 2,000 ölümün ardından Biden, Zelenski’ye bağlı kalarak bunun açıkça bir soykırım vakası – Sincan’ın Sovyet sonrası versiyonu – olduğunu ciddi bir şekilde ilan etti (zira onun işi çıtayı yükseltmek). Eğer bu bir soykırımsa, ABD Nagazaki’den bu yana Kore Savaşı’ndan, Irak, Vietnam ve Afganistan’a -Timor’daki, Filistin’deki ve Yemen’deki vekaleten savaşlarından bahsetmeye bile gerek yok- kaç soykırımdan suçludur?

Tam da bu noktada, Kuzey Kore liderleri, “doğruyu söyleyenlerin yandaşları” son zamanlarda ABD başkanının korkunç bunaklığına dikkat çekmekte oldukça haklıydı. Bu mükemmel bir metafor,- demokratik emperyalizmin tamamen düzensiz bir (rejimin) söylem politikasının bütününü bir araya getiren bir ayrıntıdır – ,yakın geçmişe kadar soykırım kelimesi, felaket ve mutlak suç sıralamasında tek bir olayın, Holokost’un tanımlanması için kullanılıyordu, şimdi ise basit bir (yeni) soğuk savaşın propagandasında yardımcı bir rol oynamak zorunda bırakıldı… Uyurgezerlik ne dili ne de söylemin düzenini bozar.

Alain Brossat

…devamı gelecektir.

[i] Bu yalnızca iki ayrı varlık -Rusya ve Ukrayna- arasında olan bir anlaşmazlık değildir, aynı zamanda iki varlık arasında, özellikle de Ukrayna’da hassas olan bir iç anlaşmazlıktır.
[ii] Örneğin; Ukrayna Yanıyor (Ukranie on fire, Igor Lopatonok, 2016), Winter on Fire: Ukraine’s Fight For Freedom (Evgueny Afineevsky, 2015).
[iii] Alexander Dovshenko, Yuliya Solntseva: Ukraine in Flames, 1943.
[iv] Fakat aynı zamanda Wehrmacht kameramanları çekilen ve daha sonra terk edilen film parçaları da vardır.
[v] Zemlia, Earth, 1930.
[vi] Bölünmenin evrenselliğine dair Batılı bir okuma için bkz: Nietzsche, Yunan Trajik Çağında Felsefenin Doğuşu (La naissance de la philosophie à l’époque de la tragédie grecque) ,sayfa 49.

Alain Brossat tarafından https://ici-et-ailleurs.org adlı siteye yazılmış “Notes sur la guerre en Ukraine 2/3” adlı yazının çevirisidir.

Orijinal metin: https://ici-et-ailleurs.org/contributions/actualite/article/notes-sur-la-guerre-en-1083

Paylaş:
Default image
Abdullah Kaan Doğanok
Galatasaray Üniversitesi - Felsefe / Sosyoloji