Hannah Arendt ve Ioanna Kuçuradi Raksıyla Toplumun Brandasına Gerilen Kadın

Tüm ilişkilerin tarihsel olmasına karşılık, toplumsal ilişkilerin yalnızca tarihi vardır, cinsiyeti yoktur. Eğer bir tapınak yıkılmazsa gelenekle hesaplaşamayız. Metafizik ve din tarafından talep edilen bakış açısı tikel perspektifin dünya yorumu olarak kalır. Sistemlerin putlaştırılması, ‘son sistemindir’ kutsanmasından sıyrılamayan bir tabaka oluşturur.

Peki, insanlığın günahkâr ve suçlu ilân edilmesinin tarihi neden kadına dayandırıldı?

Tarihi mitlerde doğa, dişil soyluluktur. “Hangi ara günahkâr ilan edildi” dediğinizi duyar gibiyim. İşte bu noktada tarihin tikel perspektifi devreye girer. Medya ve Mezopotamya’da tarihin ilerleyen dönemleri için kuş- yılan-geyik (keçi) sembollerinin sıklıkla yer almasından Ana Tanrıçaya tarihte atıf yapıldığını saptayabiliriz. Tarih, hukuk ilişkilerindeki değişikliklerin toplumsal bir kurum tipinin değişmesini oluşturdukça gereksinim duyabilendir. Belleği oluşturan bir etmen midir? Evet, ancak diğer etmenlerden üstün değildir; üstün gibi de egemenlik arz edemez. Tarihin metodik seriminde kadın, kendisini günahkâr ilân eden erkeğin de günahkârı olarak ilân edilince ‘’günahkârın günahkârı’’ öyküsüyle eşleştiriliyor. Kadını sadece mülkiyet ve iktidarda erkeğin egemen olmasıyla öteki cins statüsüne getirmek kabul görmemelidir. Ana tarihsel boyutuyla toplumun cinsiyetsizliği, resmen tanınmalıdır.

Egemenin hükmedici pozisyonu kalktığında kadının kurtulacağını varsaymak doğru mudur?

Doğru fakat yetersiz kalacak bir rehabilite bahis konusudur. Birey eşittir toplum ise bireyin cinsiyeti kavramı, toplumun bir cinsiyeti olduğu kavramını da doğurduğuyla denklik taşır. Mutlağa yürümek, değer sorunlarıyla yüzleşmekten bir adım geriye düşer. Bugün en belirgin görünümlerinden biri değerler adına değer harcamanın bunca yaygın hale gelmesidir. Kadın değerdir, insan değerdir ve bu değerler diğer değerlerle eşittir, indirgenemez.

Gelenek neden kadınlara tarihsel sorumluluklar ve işlevsiz adaleti yükledi?

Bizi farklı sorunlarla karşı karşıya getiren bu sual ontik olarak düşünsel sınırlar çizen ilişkilerden ileri gelir. Cinsiyet tarihi, süreç içinde psikolojik, siyasi, sosyoekonomik ve kültürel olarak ana eksenli varoluşunu savunur duruma gelse de “doğal” toplumun, “doğal” ekonominin ve sosyalitenin aktivitesi olduğunu yok sayamayız. Hepimizin bildiği üzere toplayıcılık ve üretime dayalı komün toplumunda “anaerkillik” geçerliydi. Doğurganlığın ilk topluluklar açısından küçümsenmeyecek bir yeri vardır, çünkü. Örneğin eski bazı kazılardan kadının doğurganlıkla ifade edildiği, alçaltıcı değil, değer atfedilen kadın figürleriyle de bulunmuştur. Hatta Ana Tanrıça Kibele, Çatalhöyük kazılarında doğurganlıkla gösterilmektedir. Fakat günümüzde ataerke, erkbilimci rol biçilmesi tarihin, toplumu tahriş etmiş tüm yanlarından tuttuğunu ve kadınların canını yaktığını göstermektedir.

Her çağ, kendi tarihsel sorunları açısından etik sorunları da ele almak zorundadır. Bazı ideler, (sözgelimi “adalet”) toplumsal ilişkilerin değerlendirmesini pozitif hukuktaki yargıçlar gibi çoğu kez “bilirkişi”ye yaptırırlar.

‘Yargıç ancak vicdanına karşı sorumludur’ ifadesi etik için etik, yani toplum brandası için izolasyon gibi şerh olmaktadır. Örnekleri kolayca çoğaltılabilecek olan bu tür ilişkilerin her biri dar anlamda hukuk bakımından çeşitli tarzlarda kurulabilir.

Bireyler olarak toplumun ve doğanın cinsiyet kimliğini neden oluşturduk?

Toplum, eşitlikçi bir anlayış çerçevesinde dönem bazlı rehabilitelere ihtiyaç duyar. Ve onu oluşturan bireylere başvurur. İyileşme fenomeni üzerinde duran kişi ilişkisi diye de adlandırılabilecek olan her etik ilişki hep bir olay içindedir. İnsan ürünü olan ilişkiler kendilerine özgü bağımsız ilişkiler değildir; gerçeklikte başka bir temel üzerinde kurulurlar ve ona bağımlı kalırlar. Başka bir deyişle: (Bu tabirleri hiç sevmesek de) karı veya koca diye birer varlık yoktur, ilişki vardır. İlişkilerin cinsiyet kimliği tarihin dayattığı bir hatadır.
Hataların tekrarı, sayısı tutulan ölümlerin açıklamasını yapmak bile bir toplumun kan bankasından farksızlaşmasına neden olmaktadır.
Evrensel değerler ile özgür yaşama umudu sizlerle olsun sevgili okur…

Collins, Andrew. (2010) Meleklerin Küllerinden Günahkar Bir Irkın Mirası. Çev. Zafer Avşar. İstanbul: Avesta Basın Yayın. Pp. 178.

Poole, Ross. (1993) Ahlâk ve Modernlik. Çev. Mehmet Küçük. Ayrıntı Yayınları. Pp 171.

Felsefede Kadın Doğa Siyaset Mülakat [Video]. Youtube. https://youtu.be/IRbmXuWWdHk

Kuçuradi, İoanna. (1999) Etik. Türkiye Felsefe Kurumu.

Küçük, Dursun Ali. (2010). Kürdistan’dan Dünya’ya İnsanlığın Bitmeyen Çilesi (Modernitenin Ötesine Geçmek) İstanbul: Peri Yayıncılık.

Paylaş:
Default image
Sultan Gülsün
Bursa Teknik Üniversitesi - Çevre Mühendisliği