Faşizm ve Mahdumları: AKP ve Kapitalist Realizmi Beraber Düşünmek

I: Faşizm ve AKP’nin Politik Fenomenolojisi Üzerine

Kapitalin[1] toplum içerisindeki likiditesinin sınırlandırılması, kaynakların kurumlar eliyle yeniden dağıtımının engellenmesi (nepotik, oligarşik, patriarkal yahut kapitalist metotların hepsi bu bağlamda düşünülebilir) ve rejimlerce oluşturulan koalisyonların kapitali toplumdan izole etmesi (ya da rejimlerce toplumun üretim, dağıtım ve yeniden-inşa araçlarından eterne edilmesi) faşizmin en yaygın davranış biçimlerinden birisidir. Bu doğrultuda rejimler kapitalin akışını güç kullanarak kısıtlamaya güç yetiremedikçe (tarihsel olarak devlet aygıtlarının çeşitlenişi veya kapitalin akışı için yeni kanallar ortaya çıkışı arka planda değerlendirilebilir) ittifaklarını nicel ve nitel olarak geliştirmeye ve/veya dönüştürmeye mecbur kalmıştır. Bu dönüşümler faşizm nosyonunu da kavramsal ve kurumsal olarak yekpare, kesintisiz, tekil ve tek-merkezli bir odak olmaktan çıkarır. Türkiye’nin -süregelen- faşizm tecrübesini bu şema uyarınca değerlendirmek mümkündür. İktidarın, bütünlüklü ve ayrıksı bir oluş çerçevesinde değerlendirilemez olması[2], iktidar mefhumunun iktidarlaşan aktörlerce yeniden üretimini zorunlu kılmıştır. Vice versa, iktidar nosyonu da bileşenlerini yeniden kurar hale gelmiştir. En basit örneğiyle AKP’nin ve “devletin” Avrasyacılar ve milliyetçiler ile kurmuş olduğu ilişkilerdeki değişim, Türkiye’deki otokrat aktörlerin sayısı ve yayılımı kadar bizzat otokrasinin kendisini, ajandasını ve tanınırlığını değiştirmiş; 2017 öncesinde ve sonrasında kesintili, karmaşık ve görünümleri değişmiş/değişmekte olan birçok otokrasi ortaya çıkmıştır ya da kayda geçmiştir. AKP’nin otokrasi ve faşizmle ile geçmişini irdelediğimizde kurmuş olduğu ittifaklara istinaden statik bir otokrasiden ziyade parçalı bir siyaset izlemekte olduğunu doğrulamak kolaylaşır ve AKP’den bahsederken tek bir otokrasi rejiminden bahsetmek de olanaksızlaşır. AKP’nin otokrasilerinin çeşitliliğini yalnızca iktidarda kaldığı uzun sürenin getirileri aracılığıyla okumak ise jenerik olarak faydalı görünecek olsa da AKP’nin cinsiyetçilik, ırkçılık, anti-entelektüalizm, milli güvenlikçilik ve neo-Hamidçilik gibi birçok faşizm ve mahdumuyla ilişkisini (ister kurucu ister icracı olsun) açıklamakta yetersiz kalacaktır. Diğer yanda ise AKP’nin ve müttefiklerinin kendi ideolojilerinden ötürü özüt bir şekilde faşist ve otokratik eğilimler taşıdığını iddia etmek ise hem özcü (essentialist) arka-planından dolayı hem de hikayede özellikle AKP’nin serbest piyasa ve milliyetçilik ile olan ilişkideki değişimi açıklamakta yetersiz kalacağından tercih edeceğimiz metot olmayacaktır. Bu yüzden bu metinde AKP faşizmi ismiyle yaygınlaştırılmış, ayrıksı (ve hatta aşkın) bir şekilde şematize edilmiş ama tahlilde başarısız olunmuş “politik tasarıyı[3] ve aslında rejimi ayakta tutabilmeyi sağlayan ittifak kurabilme kabiliyetini AKP’nin nasıl kapitalist realizm çerçevesinde kurguladığını, nasıl meşrulaştırdığını inceleyeceğiz.  

II: Hangi Kapitalist Realizm?

Kapitalist realizmi, ele alırken Fisher’ın (2009) metodunun ilk olarak akla gelmesi oldukça doğaldır. Nitekim, metnin yazarı, Mark Fisher’ın neo-liberalizmi ana eksene alan ve geniş alanlarda özellikle popüler kültürün yeniden formüle edilmesini amaçlayan gündeme yönelik bir eleştiride bulunmuyor. Fakat Fisher’ın metodunun kimi yorumcularca da sıklıkla dile getirilmiş Harvey’in de merkezinde olduğu post-modern durumu yeniden ele alma trendinin bir halkası olduğunu ve Türkiye özelinde kapsamlı bir post-modern durum tahlilinin bu metnin amacına dahil olmadığını dile getirebiliriz. Buradan hareketle, bu metin içerisinde öncelikli olarak gündeme alacağımız “kapitalist realizm” kavramının ayrı temellere sahip olsa da Fisher karşısında bir proje ve benzer sonuçlara sahip olsa da Fisher’ın takipçisi bir proje olmadığını belirtmek istiyoruz. Diğer yanda “kapitalist realizm” için çizeceğimiz temel çerçevenin ana direği olan Meillasoux ve Malabou’nun spekülatif realizm çalışmaları zaten bambaşka histografi, bilim felsefesi ve epistemoloji referanslarına dayanan politik ekseni halen-tamamıyla keşfedilmemiş bir alandır.[4] Bu yüzden bu ayrımı dikkatinize sunuyoruz.

Kapitalist realizmi, başat bir realizmden ayrıştıran arka planının spekülatifliği, zamansallığı/geçiciliği (temporality)[5] ve bunlar karşısında aşılamaz-kurucu imajında araştırabiliriz. Fakat bu alana geçmeden evvel siyasi konjonktüre dair tüm çıkarımların kurumlara (devlet, asker, sermaye) ve kavramlara birer refleksiyon olduğunu, bu refleksiyonların da kendi alanları içerisinde kurduğu ilişkilere göre, bireylere kavratıldığını ifade edebiliriz. Daha geniş anlamda ise bireye sunulan politik imaj, politik alandaki (bireyin de kendisi bu alana müdahil olabilir) herhangi bir özne tarafından yapılan spekülasyonlardandır. Politik alanın kendine içkin haritası birey tarafından bilinmedikçe, refeleksiyonun alımlayıcısı konumundaki özne, siyasi alan hakkındaki spekülasyonları (kendisi bizzat siyasi alanın içinde bulunsa da) kavratılmaya mecbur bırakır ve başka siyasi spekülasyonlar üzerine yerleşir. Bunun arkasında yatan sebepler birincisi ekonomik sistemlerin ve toplumsal tepkilerin, bireyin zamansallığı ile kurduğu bulanık ilişkidir. Bu bağlamda kapitalist realizm de kavratılmış bir spekülasyondur. Tarihin sermaye tarafından yeniden icrası/icadı, medya baskısının ve şirket-devlet birlikteliğinin yarattığı güç boşalmasının yanında kapitalizmin anlatısı alternatif sistemlerin mitselliğinin yanında spekülatif bir gerçeklik yaratmayı başarmıştır. Kapitalizm eliyle yaratılan gerçeklikle ilişkimiz spekülasyonun içinde tutuluşumuz ile ilgilidir. Marx’ın kapitalist üretim modunun bilişsel üretime yaptığı müdahaleyi ve insanların (daha dar anlamda sınıfın) gerçeklikle ilişkisinin yönlendirilimesi/yönetilmesi/sekteye uğratılması hakkında yaptığı uyarıyı da bu bağlamda okumak mümkündür. Fakat kapitalizmin algıdan kavrayışa kadar özneleri kendi eliyle speküle edebileceğine inanmak ya da toplumsal kurumların (din, millet, aile vb.) tekelden böyle bir koalisyon oluşturacağını peşinen kabullenmek ilk kertede açıklayıcı görünse de “özneliğin kapitalizmce ilgasını” gerektirdiğinden ayrıca kapitalist bir yönetimde bedenli öznelerin, öznesiz bedenlere dönüştüğünü ima etmek gerektiğinden bu metnin stratejisine dahil edilmeyecektir. Bunun yerine, öznelerin merkezsizliğini[6] kabul eden ve bu bağlamda öznelerin kapitalist spekülasyona, spekülasyonun bir figürü ve nesnesi olmak yoluyla katılım sağladığını tahlil edebiliriz.

[1] Metin içerisinde kapitali yalnızca meta düzeyinde (value-form veya commodity) sınırlamıyor ancak meta düzeyini kapitalden ayrıştırmıyoruz. Kapitalden kastımız üretilebilir, yeniden-üretilebilir, dolaşıma açık ve kurumsal/kavramsal müdahaleye/mücadeleye açık tüm ögelerdir. 

[2] İktidarın bir fenomenolojisini, en azından basit, kavranabilir ve aksettirilebilir bir fenomenolojik şemasını, tahlil etmenin bu metinle direkt ilgisi olduğu kanaatindeyiz. Fakat bu çabanın ciddi bir teknik süreci zorunlu kılmasından ötürü bu soruşturmaya bu metin içerisinde yazar girmeyi tercih etmiyor/ cesaret edemiyor. Fakat tüm metnin açıkça kabul ettiği üzere iktidarın analizini ancak diyalektik fenomenoloji ile çözümleyebileceğimize inanıyoruz. Bu bağlamda Marx’ın metodunu öncelerken, iktidarın aşkın bir kavram olarak aks olabileceği gerçeğini kabul ederek -aynı zamanda bu aksi bir algı fenomenolojisi konusu olarak değerlendirerek- iktidarı materyal bir fenomen olarak değerlendirmeyi tercih ediyoruz. Çok daha geniş bir değerlendirme için bakınız: Bologh. Roslyn, Dialectical Phenomenology: Marx’s Method, Boston: Routledge & Kegan Paul, 1979

[3] Önemli bir politik/fenomenolojik tartışma: Daha önceki metinlerimde Kerem Alpkaan Adakan ile metin üzerine yaptığım tartışmada, AKP faşizminin rejimleşemediği üzerine bir uyarı almıştım. Bu metindeki birçok kez geçen rejim kelimesinin revizyonu da bu kritik uyarıdan kaynaklanıyor. Fakat rejim kelimesine alternatif olacak ve AKP’nin içinde bulunduğu ajanda ve eğilimleri aksettirecek bir kavram bulmak zorlayıcı bir deneyim oldu: Merlau-Ponty üzerine çalışırken (Algının Fenomenolojisi, Bölüm IV: Fenomenal Alan) öznenin refleksiyon ve tasarım açısından bedenli bir özne olduğu kuramının birey dışındaki/üstündeki siyasi özneler için de uygulanabilir olacağını düşündüm. Bu bağlamda kapsamlı bir politik fenomenoloji olmadığından materyalist fenomenolojinin, Marksist alanlarıyla politik aktörler ve refleksif tasarıları üzerine tartışılabileceğini düşünüyorum. Neticede AKP’yi bedenli (örgütleri, siyasetçileri, ekonomik ve silahlı gücüyle) bir özne (tekillik ve çoğulluk arasında dağılmış) olarak tanımlarsak, refleksif olarak geliştirmiş olduğu, dış-dünya karşısındaki politik tasarısı (ki bu eylemleri kapsıyor) hem dış-dünyanın AKP üzerindeki izdüşümünün neticesi bir tasarı hem de kendi öz-edimselliği olacaktır. (Bu karmaşık fenomenal şemaların basit bir dipnotla geçilmesinin haksızlık olduğu kanaatindeyim, daha geniş bir arka-plan tartışması için bakınız: Henry. Michel, Material Phenmenology, tr. Scott Davidson, New York: Fordham University Press, 2008)

[4] Metnin ilerleyen kısmı için iki temel metin: Meillassoux. Quentin. Sonluluğun Sonrası, çev. Kağan Kahveci, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020 ve Malabou. Catherine, Before Tomorrow: Epigenesis and Rationality, tr. Carolyn Shread, Cambridge: Polity Press, 2016

[5] Kendi içinde de oldukça parçalı bir kavram olan temporality ifadesini Tomba’nın Marxist felsefe ve zamansallık üzerine çalışmalarından ilham alarak kullanıyoruz. Zamansallık kadar metin içinde parçalılık, sonluluk ve geçicilik gibi kavramlara da atıfta bulunan bu kavram hakkında daha detaylı bir inceleme için bakınız: Tomba. Massimiliano, Marx’s Temporalities, Chicago: Haymarket Books, 2013

[6] Toril Moi’nin feminist teorideki, “teori-(kadın)özne karşıtlığını ifşa etmek ve hareket eden bir teori oluşturmak” için kullandığı “öznelerin merkezsizleştirilmesi” projesinin Deleuzeian geçmişinden itibaren tartışmaya açık bulunduğunu ifade edebiliriz. Metnin yazarı, “kadın özgürleşmesine” dair bu teorik tartışma üzerine yorum yapmıyor fakat bu nosyonun bir sınıf siyaseti çerçevesinde nasıl değerlendirilebileğini tartışıyor. Daha fazla bilgi için bakınız: Bergstrøm. Ida Irene, Toril Moi: Feminist theory needs a revolution, Kilden: (bağlantı) http://kjonnsforskning.no/en/2015/09/toril-moi-feminist-theory-needs-revolution, 2015 

Paylaş:
Default image
Emin Aslan Özbek
Boğaziçi Üniversitesi - Felsefe